15 Nisan 2015 Çarşamba

Hasta Luego :)

Topu topu 4 günlük Barcelona seyahatimizi 4 ayrı yazıda ancak yazabildiğim için kendimi tebrik ediyorum :) Ne yapayım ben de böyle detaycı bir insanım işte.. Öncesini okumak için tıklayabilirsiniz sırasıyla, Part 1, Part 2, Part 3 :)

Aslında son gün pek bir şey yapmadık diyebilirim. Uçağımız akşam 6'da kalktığı için yaklaşık 3.30'a kadar vaktimiz vardı, dolayısıyla çok yayılarak, oyalanarak, son kez tadını çıkararak gezindik..

Sabah otelde kahvaltı ettik, normalde kahvaltı dahil olmadığı için önceki günlerde sandviç vs. yiyerek geçiştirmiştik kahvaltıyı ama son gün vakit de olunca ve canımız da iyi bir kahvaltı isteyince otelde yiyelim dedik. Bu arada otelimizden daha önce bahsetmediğimi şimdi fark ettim. Booking.com üzerinden uçak biletini aldıktan hemen sonra, yani seyahatimizden çok çok önce yapmıştım rezervasyonu. Tamamen yerinin merkezi olmasına ve yorumlara göre karar vererek Silken Gran Havana' yı seçtim. Gerçekten çok memnun kaldık otelden, temiz, kaliteli, merkezi, fiyat olarak da ortalamaydı, tavsiye ederim.

Check-out yaptıktan sonra bavulları otelin emanetine bırakmak yerine Aerobus' a daha yakın oldukları için İnci' lerin ofisine götürdük. Çok şirin bir ofisleri var, beni işe almak isterlerse çalışırım yani o denli :))

Yürüyerek La Rambla' ya inip, listemizde olan La Boqueria' ya girdik. Tam adı "Mercat de Sant Josep de la Boqueria" olan bu pazarda gerçekten her çeşit ürünü bulabilmek mümkün olduğu için hem yerlilerin hem de turistlerin uğrak noktası olmuş. İçerisi rengarenk, bu noktada işi fotoğraflara bırakıyorum :)























Buradan çıktıktan sonra La Rambla'yı sonuna kadar yürüyüp yine Colombus Heykeli' nin olduğu meydana indik. Sonrasında daha önce sokaktan muhteşem kokusunu duyup yiyemediğimiz için içimizde kalan kreplerden yedik. Deniz kenarında ellerimizde kreplerle otururken buraya gerçekten yazın tekrar gelmek istediğime kesin karar verdim :)











































La Boqueria içinde 2 ayrı kişiden 2 ayrı mekan tavsiyesi almıştım. Biri Zeynep'in önerdiği Bar Clemen's.. Burası biraz daha balık ağırlıklı bir tapasçı aslında. Pazarın sonuna doğru gidince sol tarafta kalıyor ve diğerlerine göre daha kalabalık olmasından anlaşılıyor aslında ne kadar iyi olduğu :) Benim tercihim burasıydı aslında ama kahvaltı ve sonrasındaki krepten dolayı çok acıkmadığımız için ve Boran balık yoğunluğunu pek sevmediği için diğer tavsiyeye yöneldik. Bu da Ozan'ın önerdiği, pazara girer girmez sağ tarafta kalan çok küçük bir sandviççi. Adını not almayı unutmuşum ama ben de Ozan'ın bu tarifi ile buldum, direkt karşısına çıkıyor insanın :)

Sonrasında kalan son alışverişlerimizi yaptık. Bavulları İnci'lerden alıp vedalaştıktan sonra da Aerobus' a binip şehre son kez (şimdilik) bakarak havaalanına gittik. Burada 2 noktaya dikkat çekmek istiyorum:
1.si tax free yapmak istiyorsanız havalimanında check-in işlemine girip bavulunuzu vermeden önce yapmanız lazım zira görevliler aldığınız eşyaları kontrol ediyor. Biz en son 4 sene önce İtalya dönüşü bunu yaptığımız için süreci unutmuşuz, dolayısıyla tax free de başarısız olduk :)
2.si THY kapısı üst katta ve pasaport kontrolünden sonra duty free nin olduğu alt kata iniş yok. Çok saçma ama böyle :) Dolayısıyla duty free' ye girmek istiyorsanız önce o işi halledip sonrasında pasaport kontrolünden geçmeniz gerekiyor. Üst katta da bir duty free alanı var ama çok çok küçük.

Bu notlarla birlikte Barcelona kısmını tamamen bitiriyorum. Gelelim dönüşte Arda ile yaşadığımız kavuşmaya..
Biz 17'si akşamı çok geç döndüğümüz için Arda'yı alamadık. Ertesi gün de sabah direkt işe geldim ve inanılmaz bir yoğunluğun içine düştüm. Akşam vaktinde çıkıp Arda'yı almaya da gidemeyince Boran iş dönüşü aldı ve ben ancak 8'de eve gidebildiğimde görebildim miniğimi..
Annem yine biz yokken sürpriz yapıp kuaföre götürmüş, bu sefer Arda hiç ağlamamış, düzgün durup bekleyince de saçları çok güzel kesilmiş. Gözüme resmen büyümüş geldi oğlum. Tabi ki çok özleşmişiz, bütün gece sarmaş dolaş takıldık. Artık bizsiz kalmaya tamamen alıştı, gece uykularında yokluğumuzu hissedip huysuzlanmak dışında gayet iyi atlatıyor ama elbette burada annemin rolü çok büyük. Zaten sürekli onunla vakit geçirdiği için çok alışkın, benim de gözüm hiç arkada kalmıyor. Böyle bir imkana sahip olabildiğim için çok şanslı hissediyorum kendimi. Ama çok çok özlüyorum.. Onun beni nasıl özlediğini çok iyi biliyorum, hissediyorum dolayısıyla vicdan da yapıyorum ister istemez.. Annelik tam da bu işte :)

14 Nisan 2015 Salı

Barcelona Part3 - Arkadaşlar iyidir :)

Berselona'daki 3. günümüz yine Gaudi ile başladı. Otelimize çok yakın olan Passeig de Gracia üzerindeki Casa Batllo ilk durağımızdı. Bu bina 1877'de yapılmış asıl yapının 1904'te bizzat Gaudi ve asistanları tarafından restore edilmiş hali. Sonrasında bir kaç kez daha yenilemeler olmuş. Casa Batllo "Kemikler Evi" anlamına geliyormuş. Gerçekten yine çok ilginç ve güzel bir mimarisi vardı, içerisi de çok güzelmiş ama önünde deli divane kuyruk olduğu için biz içine girmedik. Bu arada yaklaşık 2500 metrekare alanı olan binanın odaları farklı farklı event ler için kiralanıyormuş.













Yine aynı cadde üzerinde bu defa Casa Mila (La Pedrera-"taş ocağı)' ya gittik.  Gaudi bu evi Roser Segimon ve Pere Milà adlarında evli bir çift için yapmış. Daire ve ofislerden oluşan bir rezidans olarak yapılan bina Barselona'daki modernist yapılar için bu şekilde daire daire satılmak için inşa edilen ilk örnekmiş. Dışındaki dalga efekti ile gerçekten etkileyici bir yapı, özellikle de çatısının çok güzel olduğunu duyduk ama yine önünde sıra olduğu için dışardan bakmakla yetindik.






Bir sonraki durak bu caddenin sonundan en tepeye yani Carmel Hill'e tırmanınca varılan nokta, yine Gaudi eseri Park Güell' di. Burayı da Gaudi Güell ailesi için bir soyluluk görstergesi olarak tassarlamış. Görkemli bir girişi olan park, ortasında güzel bir şehir manzarası seyretmek için bırakılan alan ve etrafını saran patika yürüyüş yolları ile gerçekten keşfetmesi keyifli bir yer. Bu arada ortadaki alana girip Gaudi'nin renkli seramik ve camlarla yaptığı kıvrımlı banklara oturmak için yine ayrıca giriş sırası bekleyip para veriyorsunuz. Kişi başı 8 eur, yani çok bir şey değil ama sıra ölümcül, dolayısyla biz yine içeri girmeden etrafını dolaşarak keşfe çıktık. İçerisinde mimar Francesc Berenguer tarafından 1904'te "show house" amaçlı yapılan ama sonra satılığa çıkarılan, kimse almayınca da Gaudi'nin kendisine Guell ailesi tarafından satılan ve sonrasında Gaudi' nin ailesi ile birlikte 1906-1926 yılları arasında yaşadığı "Gaudi House Museum" var.














































Park Güell' den çıktıktan sonra taksiye binip efsane Barça' nın yuvasına, Camp Nou' ya gittik. Aslında elbette asıl isteğimiz Barselona' nın bir maçını izleyebilmekti ancak ne yazık ki tarihlerimize denk gelen bir maç olmadı. Bizim dönüşümüzün ertesi günü Manchester City ile maçı vardı ve biletler 190 EUR civarından satılıyordu :) Evet pahalı ama bir kez için değer bence..

Biz Camp Nou turu için biletleri internetten aldık gitmeden. Kişi başı 20 EUR ile bu turu yapabiliyorsunuz. Yani ben futbola bayılan bir insan değilim ama benim için bile inanılmaz bir deneyimdi. Futbol gerçekten bu millet için kutsal bir spor ama holiganlık/fanatiklik gibi değil. Gerçekten iliklerine işlemiş bir olay, başka bir boyut ve bunu harika pazarlıyorlar. Bu arada elbette olayın %90'ı futbol ama müzede Barcelona' nın diğer takım sporlarına ait kupaları, önemli oyuncuların formaları, ayakkabıları vs. de sergileniyor. Benim için en etkileyici bölüm futbolcuların sahaya çıktıkları koridordan geçerek saha içine ilerlediğimiz andı. Sağ tarafımızda rakip takımın sahaya çıkmadan önce dua ettiği minicik bir şapel de vardı ve herhangi bir maç öncesi oyuncuların orada dua ederken staddan gelen tezahüratları ve hissetikleri o heyecanı, baskıyı düşünmeye çalıştım.

























Tur sonrası birşeyler atıştırıp metroyla Passeig de Gracia' ya geri döndük. Bu noktada Boran'ı otele geri gönderip kendimi alışverişe verdim :) Barselona' ya gitmeden önce Zara'nın İspanya sayfasından Türkiye ile olan fiyatlarını karşılaştırıp, beğendiğim bazı parçaları not almıştım. Aklımın bir köşesinde de mutlaka Zara alışverişi yapmak vardı, çünkü burada da en çok alışveriş yaptığım mağaza orası. Fiyatlar da gerçekten EUR ile olmasına rağmen TL' ye vurunca çok daha uygun. Dolayısıyla yaklaşık 2 saatimi mağazada geçirip, fazlasını almamak için kendimi durdurarak otele geri döndüm :)

Akşam için Barselona' da yaşayan tatlı mı tatlı lise arkadaşım İnci ve eşi Joshua ile sözleşmiştik. Yabancı bir ülkede/şehirde olmayı 2 kat fazla sevmeme neden olan bir şey varsa o da orada bir arkadaşımın yaşaması oluyor. İnci ve Joshua aslında Paris' te yaşıyorlardı ve orada bir turizm ofisleri vardı. Yaklaşık 2 senedir Barselona' dalar, aynı şekilde buraya da bir ofis açmışlar ve o bahaneyle gelip yerleşmişler. Hikayelerini dinleyince insan aslında başka bir yerlere yerleşmek, orada yaşamak hiç de zor değil, bunu çok iyi anlıyor.

İnci ile zaten gittiğimiz günden itibaren haberleşiyorduk. Tesadüfen otelimiz de onların ofisi ile aynı caddede çıkınca buluşmak çok kolay oldu. İyi ki de öyle oldu, o kadar keyifli bir akşam geçirdik ki.. Yürüyerek daha önce gittiğimizde kapalı olan meşhur Cal Pep' e gittik sonunda. Normalde 4 kişi olunca yer bulmak zor oluyormuş ama şansımıza arka tarafındaki küçük salonda bir masa vardı. Tek kelimeyle muhteşem bir yemek yedik. Bu tapas kültürüne bayıldım ben.. Kendi yapımları olan şaraptan içtik ve inanılmaz keyif aldım yediğim, içtiğim her şeyden. Elbette arkadaşlarla olmaktan, sohbet etmekten.. Uzun zaman görüşmeyip, sonra bir araya geldiğinde aynı sıcaklığı ve samimiyeti yakalayabildiğin arkadaşlar var ya hani, işte onlar harika :)
























Cal Pep' den sonra yine marina ya yürüdük, zira Boran buradaki sinemaya bilet almıştı. Boran ve gittiğimiz her ülkede mutlaka sinemaya gidip film izleme takıntısı :) Ancak sinemaya varana kadar bu konu ile baya eğlenip güldük çünkü film muhtemelen İspanyolca dublajlıydı. İtalya' da da böyle olmuştu ve girmemiştik sinemaya ama Boran bileti alırken internet sitesinde buna dair bir açıklama görmediği için direkt orjinal dilinde ve İspanyolca alt yazılıdır diye düşünmüş. Ancak İnci ve Joshua Barselona' da genelde filmlerin dublajlı olduğunu, hatta sırf bu sebeple kendileri bile bazen anlamakta güçlük çektikleri için sinemaya sık gidemediklerini söylediler. Sinemanın kapısına gidene kadar soru işaretiydi her şey ama görevli de dublaj olduğunu söyleyince açıkçası ben çok sevindim. Çünkü sırf Boran' ın hatrına girecektim zaten filme, kırk yılın başı İnci'yi bulmuşum bırakasım yoktu. Boran da bir gireyim, o havayı soluyayım diye ilk 15-20 dk. sını izleyip çıktı. Yine marinada tek açık yer olan El Chipiron' da oturduk, bir şeyler içtik sonra da La Rambla' dan yukarı yürüdük hep birlikte.


Yürüyerek otele kadar gidince aslında bu şehirde neredeyse her yere yürüyerek gidilebileceğini düşündüm, özellikle merkezi dolu dolu olduğu için büyük gibi ama gayet de yürünüyor, mesafeler kısa, yollar çok keyifli.. Bence biz de oraya taşınmalıyız, Boran duy sesimi :))

7 Nisan 2015 Salı

Barcelona part.2 - Lay la lay la layyy :)

İlk günkü kötü tecrübeden sonra Barcelona'da geçirdiğimiz her gün birbirinden güzeldi ama benim favorim 15 Mart Pazar'dı diyebilirim.. Çünkü deli divane gezdik, sabahtan gecenin körüne kadar altını üstüne getirdik her yerin, öyle ki yatağa girdiğimde bacaklarımı hissetmiyordum :)

Pazar, güne 9.30'da  La Sagra da Familia' da başladık. Boran biletleri önceden netten almıştı ve sıra beklemeden girdik. Tavsiyem kesinlikle böyle yapılması çünkü gerçekten yoğun bir sıra oluyor.
Bu yapıyı gördüğüm zaman bende bir aydınlanma oldu, yalan yok. Gaudi' nin nasıl bir kafa yapısına sahip olduğunu merak ettim, sonra kendimi sorguladım biz ne yapıyoruz diye.. Yani bu dünyada gerçekten ne yapıyoruz, nasıl yaşıyoruz, bazı insanlar, dehalar, sanatçılar var.. Gerçekten var yani, aramızdalar.. Bambaşka dünyaları var.. Bir de biz varız, sıradan, herkes gibi, aynı düzende devam eden.. Anlamak, anlatmak zor gerçekten..




Gaudi özellikle hayatının son dönemini tamamen bu yapıya adamış ve ne yazık ki bitiremeden bir trafik kazasında ölmüş. Anlatılanlara göre üstü başı bir inşaat işçisi görünümünde olduğundan tanınmamış ve kimsesiz sanılarak bir devlet hastanesine bırakılmış. Daha sonra kimliği anlaşılınca hemen herkes seferber olmuş kendisi için ama o özel bir hizmet, ihtimam istememiş ve o şekilde vefat etmiş. Mezarı da son dönemde stüdyosunu taşıdığı bu yapının altında yer alıyor. İnşaat hala Gaudi' nin planına göre devam ediyor ve yapımı tamamen bağışlarla sağlanıyormuş. Yukardaki küçük makette görünen ortadaki en uzun kule hala yapılmamış örneğin..

Bu arada o sabah biz Sagra da Familia' nın tepesine çıktığımızda tesadüfen Barcelona caddelerinde bir Maraton vardı. Gün boyu biz oraya buraya gezerken de bu maraton devam etti. Hava da muhteşemdi ve sokaklar çok şenlikliydi anlayacağınız.









Sagra' dan sonra metro ve fünikiler ile Montjuic tepesine çıktık. Aslında Parc de Montjuic inanılmaz büyük bir yer, her yerini gezip görebilmek için en az yarım gün gerekiyor diyebilirim. Biz önce fünikülerden indiğimiz yerde kahve içip birer sandviç yedik manzaraya karşı. Sonra oradan botanik bahçelerinden yürüyerek tepeye kaleye çıktık. Manzara gerçekten inanılmazdı. Yürüyerek çıkmak elbette çok yorucu, burada 2 ayrı teleferik var, biri fünikülerden tepeye, kaleye sizi çıkartıyor. Diğeri de marinadan neredeyse fünikülere kadar, oldukça uzun bir teleferik. Yani hiç yürümek istemezseniz bunları da deneyebilirsiniz. Biz aşağı inerken yolun yarısına kadar teleferiği kullandık. İlginç bir İngiliz çiftle birlikte, zira kadın gayet rahatken adam resmen soğuk soğuk terliyordu düşeceğiz diye :)



















Teleferikten indikten sonra yürüyerek sahil şeridine ve La Rambla'nın sonunun bu sahil yoluna bağlandığı, Colombus Heykeli' nin de bulunduğu meydana geldik. Buradan sahil boyunca ilerleyip Gotik Mahallesi' ne girdik ve daracık sokaklarda kendimizi kaybettik. Gotik Mahallesi gerçekten harika bir yer, kendinizi tam olarak "evet İspanya' dayım" hissiyle doldurabileceğiniz, tarihi dokusuyla sizi içine çeken bir bölge. Burada Santa Maria Kilisesi' ni görüp Picasso Müzesi' ni gezdik. Picasso Müzesi için saat 15.00 sonrası giriş ücretsizdi, aklınızda olsun.






Gaudi kadar olmasa da Picasso da beni çok etkiledi diyebilirim. Ayrıca ben Picasso dendiğinde sadece soyut, portre ama aslında ağzı burnu başka yerde olan resimleri canlandırıyordum gözümde. Büyük cehalet.. Adamın sadece son dönemleri bu tarz eserlerle geçmiş, tarzı zaman içinde öyle değişmiş ki müzede yıldan yıla ilerledikçe insan çok daha iyi anlıyor. Bir de seramiklerle çalışmış, heykel yapmış, sadece resim de değil yani.. Mutlaka görülmeli.. (Bu arada içerde fotoğraf çekmek yasak olduğu için sadece avlusunda çektiğimiz bu fotoğrafı paylaşabiliyorum :))






















Picasso Müzesi' nden sonra The Catedral' e gittik. İçine girmedik ama önündeki merdivenlerde oturan insanların arasına karışıp dinlenirken, bu güzel müziği de dinleme şansı yakaladık. Ayrıca evlenen İskoç çiftin fotoğraf çekimi de çok eğlenceliydi :)





























Daha sonra deli divane acıktığımız için artık şu meşhur tapas olayına girelim diyerek Gotik Mahallesi içindeki Cal Pep' in yolunu tuttuk. Ancak maalesef kapalıydı :( Bu dükkan açıp kapama konusunda Katalan milleti biraz değişik gerçekten, o nedenle gidilecek yerlerin saatleri mutlaka önceden kontrol edilmeli. Aslında biz de etmiştik ama bir şekilde yanıldık. Daha sonra marina tarafına geri dönerken yine ünlü bir yer olan 7 Portes' e baktık ama o saat için fazla turistik ve pahalı geldi, belki bir akşam yemeği olabilir. En sonunda Casa Tomasa diye bir yere oturduk. Dışarda oturma alanı var, güneş de parlayınca ilgimizi çekti ama lezzetler öyle harikaydı diyemem açıkçası. Kalamar ve meşhur Paella' dan yedik, kötü değildi ama işte normaldi diyelim :)






















Yemekten sonra La Rambla'dan tekrar yukarı yürüyüp metroyla otelimize gittik. Biraz dinlenip soluklandık, giyindik kuşandık ve gece gezmesine çıkmak üzere tekrar Gotik Mahallesi' ne geri döndük. Burada arkadaşım Zeynep' in tavsiyesiyle öğrendiğim, araştırınca da çok ilgimi çeken Harlem Jazz Club' a gitmek istemiştik ama şansımıza o da kapalıydı :( Pazar akşamı bir yerin kapalı olması enteresan geldi bize ama işte dediğim gibi Katalan adetleri farklı..


Sonra Port Vell' e doğru yürüyüp, marinada tesadüfen bulduğumuz El Chipiron de Moncho's adlı mekanda oturduk. Birer tane kokteyl içtik, açık havada, deniza karşı oturabilmenin tadını çıkardık.

Gece yarısına doğru da yürüyerek yine çok ünlü olduğunu duyduğumuz Opium Mar Club' a gittik. Ancak baya bir yürüdük, özellikle gündüz yürüdüğümüz yolun üzerine fazla geldi ama ben yer yer zıplaya zıplaya gittiğim için gayet mutluydum. Boran biraz şikayetçiydi maalesef :) Hayaller canlı Jazz müzik dinlemekken hayatlar baya baya club havası oldu ama ben o bölgeyi de çok sevdim. :) Barcelonetta adı verilen ve kumsalların bulunduğu bu alanda Opium' dan başka CNC Restaurant, Pacha, Carpe Diem, Catwalk gibi yerler var.


Pazar akşamı olduğu için korkunç bir kalabalık yoktu ama yine de doluydu. Uzun zamandır kendimi kasmadan dans ettiğimi hatırlamıyordum açıkçası, çok iyi geldi bana..