31 Mart 2014 Pazartesi

Dönüm noktası

Ben bu bloğu apolitik tutayım, hayatımın merkez noktası olan canım oğlum Arda'mdan ve genel olarak sosyal hayatımdan bahsedeyim dedikçe, siyasetin ve ülkenin geldiği durum beni zorluyor.. Olmuyor, yapamıyorum..
Neyse, en azından Arda büyüyüp bu bloğu okuduğu zaman (Allah'ım inşallah o günleri göreceğiz), annesinin gözünden yaşananları öğrenmiş olur.. Benim 12 Eylül öncesi ve sonrasına olan merakım, oğlumun da Gezi öncesi ve sonrasına olacak nasılsa, bunu şimdiden biliyorum..

Yavuz hırsızın seçimine güvenmiyoruz elbette.. Yapılan hileler, tutulan tutanaklar ortada, ama kabul etmek lazım ülkenin en az %40'ını çıkan haberler zerre ilgilendirmemiş..

Kabaca ben %10 luk kesimin zaten dünyadan bihaber olduğunu düşünüyorum ama en az %30, çocuk cinayetlerinden, çocuk istismarı ve tecavüzünden, kadın istismarından ve patlama yapan kadın cinayetleri ve tecavüzlerinden, deneme tahtasına dönen eğitim sisteminden, yerle bir olan, ayaklar altına alınan hukuk sisteminden, çoğunluğun azınlığa uyguladığı dayatma ve baskılardan, benzinin ve mazotun fiyatına, alınan özel tüketim vergilerine rağmen üretimin sadece betondan ibaret olmasından, özelleştirilen onca devlet kurumundan, ve sayamayacağım onca şeyden hiç mi hiç rahatsız olmamış..

Üstüne bir de ortaya saçılan yolsuzluk ve rüşvet skandallarına, sıfırlanamayan mal varlıklarına, ayakkabı kutularına, çikolata kutularında bayram harçlıklarına, her fırsatta milletin dindarlığını kullanıp kutsal kitabımızın ayet-i kerimeleriyle dalga geçen milletvekili-bakan bozuntularına, milletin anasına söven ve ahlaksızlıkarı magazin sayfalarından düşmeyen pişkin iş adamı kılıklı mütahitlere, küfürbaz ve ahlaksız yeğenlere ve oğullara, son olarak kendi vatan toprağına bomba atmayı, askerini şehit etmeyi göze alanlara, bu %30'luk kesim bile isteye sahip çıktığını gösterdi..

Ve maalesef tek bir gerekçeleri var, "ben İCRAATA bakarım"..

Benim çözümüm en az 5 çocuk :)

Şaka bir yana ben gelecekten umudumu yitirmek istemiyorum, aydınlık nesiller bize aydınlık bir gelecek getirecek, ben inanıyorum. Zaten kusura bakmayın ama kimse öyle bir yerel seçimle neredeyse 20 yıldır çalışıp bugünlere yükselen bir iktidarın yıkılmasını beklemiyordu, bunu kabul etmek lazım. Bu bir süreç, uzun, zorlu bir mücadele ve biz maalesef sadece birer meşale yakabiliyoruz sessiz çığlıklarımızla.. Bu sürecin yönetimi kabul edelim ki o beğenmediğimiz cemaat-ABD ve diğer süper güçlerin ilişkisinde gizli.. Daha önce şu an başımızdaki tek adamı nasıl allayıp pullayıp bize sundularsa, artık kendisinden vaz geçtikleri için belki de başka birini aynen bu şekilde bize sunacaklar.. Neyse derinlikten çıkalım..

"Gezi" bir dönüm noktasıydı bizim için, 17 Aralık ve sonrasında yaşananlar da bu dönüm noktasını ateşledi.. Şimdi bu yerel seçime bakıp her şeyin eski haline döndüğünü düşünmesin bence kimse. İktidar erkleri bizdeki bu ümitsizlik ve güvensizlikten besleniyorlar.. Bunu bugüne kadar çok güzel fırsata çevirdiler ama gençler uyandı artık. Dün onlarca arkadaşım sandık başında gönüllü olarak görevdeydi. Şimdi bu kenetlenmeyi kırmalarına izin vermemeli..

Sonuçta "bu dünya Sultan Süleyman'a kalmadı", birilerine de kalmayacak elbet.. O zaman Mabel Matiz'in büyüleyici sesinden günün anlam ve önemine yakışır şarkısını dinleyelim :)

Son olarak evet, "BU DAHA BAŞLANGIÇ, MÜCADELEYE DEVAM"!!



21 Mart 2014 Cuma

Özgürlüğümüz Kısıtlanamaz

Bu bir ortak yayındır. Bu konuya duyarlı birçok blogda bugün bu yazıyı göreceksiniz.
***
Özgürlüğümüz kısıtlanamaz
#TwitterBlockedinTurkey
T.C. Anayasası
VIII. DÜŞÜNCEYİ AÇIKLAMA VE YAYMA HÜRRİYETİ
Madde 26
Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma haklarına sahiptir.

Dün gece yarısı ülkemizde anayasa ihlal edilmiştir. Uluslar arası bir sosyal paylaşım ağı olan Twitter’a erişim farklı mahkeme kararları ile engellenmiş, halkın kendisini ifade etme ve haber alma özgürlüğü kısıtlanmıştır.

T.C. Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan dün Bursa’da düzenlediği seçim mitinginde “Twitter mwitter, hepsinin kökünü kazıyacağız Uluslararası camia şöyle der, böyle der hiç umurumda değil. Herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin gücünü görecek.” dedikten ve Başbakanlık Basın Müşavirliği’nin “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bazı linklerin kaldırılmasına ilişkin mahkemelerden çıkarmış oldukları kararların uygulanması konusunda Twitter yetkililerinin duyarsız kaldıkları bir süreç söz konusudur. Mahkeme kararlarını umursamama, hukukun gereğini yerine getirmeme biçimindeki bu tutumda bir değişiklik gözlenmemesi halinde, vatandaşlarımızın mağduriyetini gidermek için teknik olarak, Twitter’e erişimin engellenmesinden başka çare kalmayabileceği belirtilmektedir” açıklamasından sadece bir kaç saat sonra gece yarısı Twitter’a Türkiye’den erişim yasaklanmıştır. Internet servis sağlayıcılarına ulaşan mahkeme kararları ile Twitter’a ülke sınırları içinden erişim kapatılmış, mobil cihazlarda kullanılan 3G erişimi de aynı şekilde engellenmiştir.

Yasakların ve sansürün bir çözüm olmadığını, sosyal medyanın susturulamayacağını, özgürlüklerin sansür yoluyla kısıtlanamayacağını herkesin görmesi, bilmesi gerekir. Bunu dün gece Twitter yasaklandıktan kısa bir süre sonra DNS ayarlarında değişiklik yaparak veya VPN, Hotspot Shield gibi bazı programlar üzerinden mecraya giren milyonlarca Türk kullanıcısı da göstermiştir.
Sayıları 12 milyona yaklaşan Türkiyeli Twitter kullanıcıları #TwitterBlockedinTurkey etiketiyle konuyu bir saat içinde Twitter’da dünya çapında en çok konuşulan etikete taşımış,farklı etiketlerle gece boyunca TT listesinde kalarak, dünya kamuoyunun dikkatini çekmiştir. Yasaklamadan sonraki ilk 4 saat içinde 2,5 milyondan fazla Türkçe tweet gönderildiği hesaplanmaktadır. Şu anda dünya basını Türkiye’deki Twitter yasağını öncelikli haber olarak vermekte, bunun özgürlükleri baltalama yönünde bir girişim olduğunu söylemektedir.

Biz, ülkemizin geleceğini oluşturacak çocukları yetiştiren anne babalar olarak Gezi Parkı direnişi ile tırmanan ve 17 Aralık süreciyle hızlanan şiddet ve sansür uygulamalarını esefle izlemekteyiz. Türkiye’nin gerçek demokrasiden gün be gün uzaklaşmasından, meclisinden medyasına, emniyet güçlerinden yargısına kadar her türlü sistemin çivisinin çıkmış olmasından derin bir endişe duymaktayız.

Dün geceki yasak kararıyla Türkiye dünya üzerinde Twitter’a erişimin engellendiği, Çin’den sonraki ilk ülke olmuştur. Bunun utancı ve ayıbı bu yasağı getirmeye cesaret edenlere ait olmakla birlikte, ağırlığını omuzlarımızda taşımaktayız.
Bu ülkenin gelecek nesillerinin özgür bireyler olarak büyümesini en çok isteyen ve bunun için emek veren anne babalar olarak hükümetin son aylarda giderek artan baskıcı tavırlarını kabul etmiyor ve bu sansürü şiddetle kınıyoruz.

Herkesi gerek internet üzerinden, gerekse etrafımıza bu durumu anlatarak konuyu protesto etmeye ve nihai olarak da 30 Mart 2014 Pazar günü yapılacak olan yerel seçimlerde vatandaşlık hak ve sorumluluğu olan oy kullanma görevini mutlaka yerine getirmeye davet ediyoruz.

Blogger Anne ve Babalar

19 Mart 2014 Çarşamba

17 ay 9 gün..

Özellikle şu dönemde oturup Arda'yı yazmak, en çok da ilerde okusun diye Arda'yı Arda'ya anlatmak çok zor geliyor. Her akşam "bugün acaba hangi tape çıkmış" diye internette gezindiğimiz, dinlediğimiz her kayıtla midemizin bulanmasına artık alıştığımız, "insan gerçekten hayret ediyor" lafının bile hiç bir hayret ifadesini anlatmaya yetmediği bir dönem.. Ne yazsam az, ne desem boş.. Tek dileğim gerçekten umut dolu, aydınlık günlere uyanacağımız zamanların artık gelmesi.. Bizim olmasa bile çocuklarımızın bugünü anlatan tüm kavramlardan çok uzakta, çok başka hayatlarda yaşamasının ümidini yitirmek istemiyorum..

Hayat o veya bu şekilde devam ediyor ve zaman gerçekten çooooookkk çabuk geçiyor.. Benim 17 ay 9 günlük bir oğlum var ve aradan geçen 17 ay 9 güne rağmen hala "bu çocuk benim mi ya?" hissi kaybolmuyor.. Sanırım hiç bir zaman kaybolmayacak da..

Peki Arda'da durum nedir? O her şeyden habersiz, tüm masumiyeti ve elbette tüm haylazlığıyla mutlu mesut devam ediyor.. O kadar hareketli ki bazen kendisinin hiperaktif olduğundan şüphe ediyorum. 1 dk yerinde durmuyor ve maalesef onu uyuşturup biraz nefes almak adına iPad kullanımına başlamış bulunuyoruz :( Mesela geçenlerde arkadaşlarımızla gittiğimiz bir yemekte, ben -o daha önce eleştirdiğim ebeveynler gibi- arkadaşlarımla 2 satır sohbet edeyim, yemeğimi soğumadan yiyebileyim diye Arda'nın önüne iPad koydum. Ne oldum değil, ne olacağım diyeceksin işte.. Bu arada iPad kullanımına alıştığı için iPhone'ları da kendisi açıyor ve hemen birini arıyor. Nedense en sevdiği şey o telefon tuşu :)

bknz. Serdar'ın telefonla kandırıp uyuşturduğu Arda :)



Dışarı çıkmayı çok seviyor. Eli sürekli kapıda desem yeridir..Eeğer "dışarı çıkıyoruz hadi bakalım, ayakkabılarını giy" dersem sevinç içinde gidip ayakkabılarını getiriyor :) Hemen eliyle bye bye yapıyor. Bazen sabah evden çıkarken bu yüzden arkamdan ağlıyor, benimle gelmek istiyor ama çoğu zaman umurunda bile olmuyorum. Anannesine sarılıp bana bye bye yapıyor. Tabi bu durum annemi mest ediyor :)

Ufak tefek kelimeler dökülüyor artık, "Ayni (Anne), Baba, Mama, Bu (Su), Aaba (Araba), Bii (Bir), Döeyt (Dört), Ayti (Altı)" gibi.. :) Bir de bir şey isterken işaret parmağıyla gösterip "dooyy, ııhhh" gibi garip sesler çıkarıyor ki bunlar benim favorilerim..

Diş sayısı hala 6.. Aslında tüm damağı kırmızı ve şiş, ama bir türlü patlamıyor. Artık güneş kendini güzelce gösterdiği için, her gün güneşe çıkarsa dişler de peş peşe gelir diye düşünüyorum. Tabi hala inek sütü ve ürünlerini yiyemediği için onun da eksikliğini yaşıyoruz ve dişlerin bir türlü gelmemesi iştahının iyice kapanmasına yol açıyor. Zaten çok yiyen bir çocuk değil ama özellikle bu ara neredeyse her yemeği reddediyor. Şu andaki tek problemimiz bu.
Aslında doktorumuz Nilgün Hanım artık evde pişen yemeklerden yiyebileceğini, ona özel yemek pişirmemize gerek olmadığını söyledi ama 2-3 denemeden sonra bundan vaz geçtik. Çünkü içerisinde her şeyi barındıran klasik bebek yemeğini yerken, tek tek yapılan yemekleri reddetti. Biz de tekrar başa sardık. Gerçi bu ara onu bile istekli bir şekilde yemiyor. İşte bunlar hep diş diyorum ben, bakalım..
 
Artık sinirleniyor.. İstediği olmayınca kendi kafasına vuruyor eliyle. Yalandan ağlama numaraları yapıyor, olmadı kendini yere atıyor veya direkt eğilip kafasını yere vuruyor. Nasıl canı acımıyor anlamıyorum. Bunların 2 yaş sendorumuna hazırlık olduğunu düşünüyorum.. İstediğini yaptırmak için ağlama, kendini yere atma, inat etme vs. tamamen oraya doğru sürüklüyor beni. Allah yardımcım olsun :)

Bu ara her şey oyun, her şey eğlence Arda için.. Perdelerin arkasına saklanıyor ve ce-e yapıyor, yandaki gibi minderlerin arasına veya aşağıdaki gibi mutfak dolabıyla buzdolabının arasına giriyor :) Sürekli bizden kaçıyor gibi yapıyor ki kalkıp kovalayalım. Mutfak dolaplarını açıp tencereleri indiriyor, kapaklarını yere vuruyor, çıkardığı sese bayılıyor ama alt komşumuzun aynı fikirde olduğunu hiç sanmıyorum :) Zira eline aldığı her şeyi yere vuruyor veya sürtüyor. Zaten geçenlerde ilk şikayetimizi aldık ve bir Cumartesi sabahı 9.30 da biz kahvaltı ederken komşu kapıya dayandı. "Evde temizlik var herhalde, koltuklar çekiliyor, çok ses geliyor" dedi. Aslında olan tek şey Arda'nın biz kahvaltı ederken mutfakta sandalyeleri çekmesiydi :) Biz de sadece "çocuk var evde, temizlik yok" diyebildik. Zaten 9.30 bizim için erken değil artık, 7.00'de uyandığımız için herkes bizim gibi erkenden ayakta sanıyoruz..
Koltukların üzerinde tepiniyor, kendini koltuktan aşağı atacak diye korkuyorum. Hele de "Arda ne yapıyorsun sen" diye üzerine gidersek daha çok yapıyor, ilgi çekmek için yapamayacağı şey yok gibi :) Geçenlerde bir sabah bizim yatakta ayaktayken kendini öne doğru attı mesela, ama bildiğiniz uçarak.. Boran'la birbirimize bakakaldık, "uçtu ya çocuk" diye afalladık..
Dışarıya çıktığımızda etrafına karşı çok ilgili.Özellikle küçük çocuk gördüğü anda yanına koşuyor, elini tutmak istiyor, iletişim kurmaya bayılıyor. Genelde daha büyük çocuklar pek onu sallamadığında, aynı şey bana yapılmış gibi üzülüyorum, kıyamam :(
Hayvanları da çok seviyor. Bir kedi, kuş, köpek görmesin hemen peşinden gitmek istiyor. Hiç korkmuyor, dokunmak istiyor. Bu özelliğine bayılıyorum. Keşke bahçeli bir evimiz olsaydı, hemen Arda'ya bir köpek alırdım..
Geçenlerde bir sabah Boran Arda'yı ekmek alma bahanesiyle çıkardı. Karşılarına 2 tane yavru köpek çıkmış, Arda hemen onları sevmiş, onlar da Arda'ya yapışmışlar. Yere oturtup üzerine tırmanmışlar, ellerini yalayıp kıtlamışlar ama bizimki sevinçle gülmüş sadece, hiç korkup ağlamamış.. Bu anı kaçırdığım için üzüldüm ama Boran bir iki fotoğraf yakalayabilmiş neyse ki..

Bu arada artık gece kendisi uyuyor, sadece yatarken biberonunu veriyorum, müziğini açıyorum ve yatağına yatırıp saçlarını okşayıp iyi geceler diledikten sonra çıkıyorum odasından. Kendi kendine döne döne uyuyor maşallah! Bazı geceler kesintisiz uyuyor, bazen uyanıp ağlıyor, o zaman yine yanımıza alıp öyle devam ediyoruz. Birlikte yatmak güzel aslında, ama kötü bir yanı var, o da hala saçlarımı çeke çeke uykuya devam etmesi. Yan yanaysak mutlaka bana sarılıyor, saçlarıma yapışıyor, hatta yarı uyanık halde gece yattığım yeri bile yokluyor, resmen arıyor beni elleriyle :) Saçlarımı çekme huyundan vaz geçse, birlikte yatmaya hiç itirazım yok aslında..
Gece böyle rahat uyumasına rağmen gündüz ayakta sallanıyor. Gündüz uykuları da hala tam olarak düzene girmedi. Bazen tek ve uzun, bazen 2 tane kısa uyku oluyor..

Aslında bu dönem çok eğlenceli. Daha tecrübeli arkadaşlarım da hep aynı şeyi söylüyor, "en tatlı zamanlar".. Hele hele konuşmaya başlayıp iletişim kurduğunu hayal ettikçe çok sabırsızlanıyorum...

7 Mart 2014 Cuma

Belgrad, Belgrade ya da Beogard..

Öncelikle şunu söylemek isterim ki ben bir gezentiyim.. Yani öyleydim aslında, elbette evlilik ve hele de çocuk sonrası tempoda bir düşme oluyor. -Neyde olmuyor ki? :)- Neyse.. "Uzun zamandır yapıştık kaldık buraya, ay çok bunaldım, ay fenalardayım, Mayıs'ta NY planımız var evet ama öncesinde küçük bir şey yapsak, ay yeter" derken sevgilimi ikna ettim ve 2 günlüğüne Blegrad' a kaçtık.. Tabi elim güçlüydü, zira 1.si vize yok, 2.si de promosyon bilet vardı.. Zaten şehrin özellikle yeme-içme açısından çok ucuz olduğunu da duymuştuk. Böylelikle "NY öncesi masraf çıkarma başıma" diyen sevgilime bir de "e zaten saçma sevgililer günü bahanesiyle bir şeyler yapacağız nasılsa, bari sınır dışına çıkalım da bir değişiklik olsun" diyerek son atağı da yapınca kendimizi uçakta bulduk.

Bu minik kaçamak için Arda'yı en başından babannesine bırakma kararı almıştım. Yılbaşında annemler bizde Arda ile kalmış ama pek başarılı bir süreç olmamıştı hatırlarsanız. Hem Arda oraya alışsın, hem de zaten az görüşebildiğimiz için onlar da Arda ile doyasıya vakit geçirsin diye bu sefer Gülten Anne ile kalsın istedim. Zaten NY öncesi alıştırma yapmamız da gerekiyor, yoksa 1 hafta boyunca nasıl ayrı kalacağız kocaman bir soru işareti?

Belgrad aslında bize resmen uçakla 1 saat 30 dk. mesafede. 15 Şubat Salı sabahı Atatürk Havalimanı'ndan 7.45' de uçağa binip, aradaki 1 saatlik zaman farkının da etkisiyle yerel saatle 8.30'da Belgrad'a indik. Çok yakın ama sonuçta başka bir ülke işte, bilinmeyenin büyüsü cezbediyor insanı.

Seyahat yazısı yazmak pek benim kalemim değil ama deneyeceğim :) Bir kere ana konudan başlayayım, evet gerçekten kızlar çok güzel.. Hepsi dalyan gibi, maşallah :) Bakımlılar da ama kılık kıyafetten biraz sınıfta kalıyorlar.. Rus kadınları gibi Sırp kadınları da fazla rüküş, allı pullu.. Daracık ve yırtık pırtık düşük belli kotlarla gündüz ışığında bile gözünüzü alacak kadar taşlı/pullu ugglar sanırım en gözde kıyafetleri :) Erkeklerse ne yazık ki çok çirkin.. Yani Boran'a cömert davranan evrenin neden benim göz zevkimi bozduğuna dair sıkıntılar içerisine girmedim desem yalan olur.. Ayrıca akşam yemeğe giderken "iyiki de yanıma almışım" diyerek deri pantolonumu ve topuklu ayakkabılarımı sırf şu kadın milleti savaşı uğruna giymeme rağmen sevgilimin "aşkım boşuna uğraşma, yetmiyor" demesi de cabası :) Bir de beni o topuklularla zilyon mesafe yürüttün ya Boran Bardız, neyse..

Belgrad inanılmaz küçük bir şehir, zilyon mesafe yürüdük diyorum ama zaten her yer yürüyerek gezilebiliyor. Yorulduğunuz zaman da neredeyse tüm halkın bedava kullandığı çeşitli toplu taşıma araçlarına siz de bedava binebilirsiniz. Herhalde toplamda 5-6 kere tramway ve otobüs kullandık ve sadece bir kez birinin kart okuttuğunu gördük :) Şehir aslında küçük ama yüzölçümü olarak büyük olmasına rağmen, şehirleşmiş alan küçük diyelim. Gerçi biz nehrin diğer yakasına yani Nova Beogard'a hiç geçmedik. Sadece Havalimanı o tarafta olduğu için gidip gelirken taksiyle geçtik, onun dışında hep Stari Grad' daydık ki zaten gezilecek görülecek yerlerin hepsi de oradaydı. Sadece alışveriş yapmak gibi bir niyetiniz olursa belki Nova Beogard'da bulunan şehrin belki de tek AVM' si Usce Shopping Center'a gidebilirsiniz. Biz AVM'den kusmak üzere olduğumuz için yanından bile geçmedik ama benim alışveriş tutkum gezinirken cadde üzerinde mağazalara girmeme engel olmadı :) Ancak şunu söylemeliyim ki fiyatlar Türkiye'den pek farklı değil, ürünler de..

Görülmesi gereken ilk ve en önemli yer elbette Kalemegdan. Ancak Kalemegdan'ı bütünüyle gezmek isterseniz neredeyse yarım gününüzü buraya ayırmanız gerekebilir. Zira devasa bir park alanı, şehri neredeyse tamamen görebildiğiniz muhteşem manzarası, Belgrad Kalesi, Pobendik Anıtı, Mora Fatihi Damat Ali Paşa Türbesi derken gez gez bitmiyor. Aslında bir yanda Avusturya'ya karşı yapılan Petrovardin Savaşı'nda şehit düşüp buraya gömülen Damat Ali Paşa'nın türbesinin, diğer tarafta ise 1.Balkan Savaşı'nda Sırplar'ın Osmanlı'ya karşı kazandıkları zaferin anısına dikilen çıplak adam heykeli Pobendik (Sırbistan Zafer Anıtı)' in olması gerçekten ironik.. Tam da burada Arap Yarımadası ve Balkanlar'da meşhur olan dizilerimizden bahsetmesem olmaz, zira Sırp halkı malum sebeplerle önceden Türkleri hiç sevmezken, bu diziler sayesinde şimdi inanılmaz bir sempati duyuyorlarmış. Bizim gezimiz sırasında da Kurtlar Vadisi ve Muhteşem Yüzyıl Billboard'ları hemen dikkatimizi çekti :)



































Kalemagdan'ın çıkışından başlayan Knez Mihailova, bizim İstiklal Caddesi'nin küçük bir kopyası gibi. Benim en çok sevdiğim yer burası oldu. Zira cadde tarihi binaları, mağazaları, cafeleri ve restaurantları ile -elbette hafta sonu da olduğu için- her daim kalabalık ve enerjisi yüksekti. Cadde üzerinde ilgimizi en çok çeken şey de adım başı patlamış mısır satan seyyar satıcılardı. Sebebini bilmiyorum ama sanırım Belgrad'lılar mısırı çok seviyorlar. Boran da tam bir patlamış mısır hastası olduğu için bu durum onu çok mutlu etti :) Dikkatimizi çeken bir diğer konu da kapalı alanda sigara içmek yasak olmamasına rağmen, insanların açık havada, cadde üzerine konulan masalarda takılmasıydı. Hemen Belgrad Büyükşehir Belediyesi'ne şikayet edip "tez bu masalar toplana" demek istedim :) Bu arada bizde olan şal ve dışarda ısıtıcı kullanma olayı, burada şartlara uygun olarak biraz evrilmiş ve yorgana yakın kalınlıkta örtü ve ısıtıcıdan oluşan masa ayağına dönüşmüş :)

Knez Mihailova'nın bitiminde TRG REPUBLIKE, (Cumhuriyet Meydanı) sizi karşılıyor. Burası da Belgrad'ın en merkezi meydanı aslında. Belgrad Milli Müzesi ve Devlet Tiyatrosu bu meydanda yer alıyor. Ayrıca Osmanlı'nın Sırbistan denetimine son veren III.Mihailo'nun İstanbul'u işaret ettiği öne sürülen heykeli de hemen Milli Müze'nin önünde duruyor. Bu arada Devlet Tiyatrosu dışında bir de Jugoslovensko Dramsko Pozorište, (Yugoslav Drama Tiyatrosu) var ki, gelmişken dillerini anlamasak da değişik bir gösteri izleyelim derseniz biletleri önceden almanız gerekiyor.

Bunun dışında mutlaka görülmesi gereken bir başka yer de Aziz Sava Katedrali. Burası Balkanlar'ın en büyük Ortodoks Kilisesi olarak biliniyor. Sırp Ortodoks Kilisesi'nin kurucusu olan St.Sava' nın Sinan Paşa tarafından gömüldüğü iddia edilen yere yapılmış. Eğer Roma'ya veya Viyana' ya gidip, oralardaki kilise ve katedralleri gezdiyseniz, onlardan sonra bu çok ihtişamlı gelmeyebilir ama yine de çok büyük ve etkileyici olduğu kesin. Biz de mutlaka her yerde yaptığımız Türk kezoluğumuzla mum yakarak dilek dilemeyi ihmal etmedik tabi :)


 



















Bu güzel görüntü de Belgrad'ın tarihi Parlemento Binası'na ait.. Gördüğünüz gibi olağanüstü bir koruma çemberi, lüks araçlar veya güvenlik görevlileri yok!












Knez Mihailova' dan sonra bir başka büyük cadde de STRAHINJIĆA BANA. Burada dağınık şekilde serpiştirilmiş cafeler, restaurantlar, barlar ve kokoş kızlarla güzel arabalar mevcut. Özellikle kızlara gönderme yapan Silikon Vadisi de bu caddenin takma ismiymiş :)   

Gelelim bizim gitme sebeplerimizden birine. Tabi ki Nikola Tesla'yı kendi topraklarında yad etmek. Efendim bu zat-ı muhteremi ben biraz cahil olduğum için sevgili prensimle tanışana kadar hiç bilmezdim. Edison'la kavgaya tutuşan bir bilim adamı olduğunu duymuştum sadece. Sonra tam bir Tesla hayranı olan Boran, bana önce The Prestige filmini izletti. Tabi beni yine filmdeki Tesla hikayesinden çok hastası olduğum Hugh Jackman' la, muhteşem adam Christian Bale ve post-Marilyn Scarlett'ın oyunculukları etkiledi. Filmi bir kaç defa izlemiş olabiliriz ve sevgilim de bana parça parça Tesla'yı anlatmıştır bugüne dek. Ama gerçekten asıl müzesine gidip Tesla'ya aşık olduğuna inandığım güzel Sırp kızımızdan dinlemek ayrı bir keyifti. Tesla'ya aşık diyorum çünkü bir ara Tesla'nın en sevdiği geometrik şekil olan küreye koyulan küllerini anlatırken gözlerinden yaşlar süzüldü kızcağızın. "I'm sorry, I've just lost my control" filan dedi ama, biz anladık yani :) Tesla Müzesi'nde gezerken Boran'ın nasıl çocuklar gibi şen olduğunu anlatmama da gerek yok sanırım. Zaten kendisi de anı defterine eşsiz satırlar karalayıp duygularını anlattı :)
















Bu arada bayram seyran olmamasına rağmen çok fazla Türk turistle karşılaştık. Genelde de çok genç arkadaşlar sanırım yeme, içme ve gece hayatının da ucuzluğunu duyunca atmışlardı kendilerini Belgrad sokaklarına. Zaten bir konu da şu ki, bence Belgrad tam bir öğrenci şehri. STRAHINJIĆA BANA' dan yürüyerek Kalemegdan'a doğru giderken haritamızda görünen Matematicki Fakultet Beograd' ı da yol üstünde ziyaret edelim dedik. Boran ITU Matematik Mühendisliği mezunu olduğu için çok ilgisini çekti tabi. Sonra her cadde arasında karşımıza çıkan parklardan birinin tam karşısına kurulmuş Matematik Fakültesini ve diğer tarafındaki muhteşem Üniversite binasını, hele de bunların tam arasındaki caddeden ring yapan otobüs ve tramway (bedava biniyorlar, hatırlatırım) duraklarını görünce dedim ki işte, gençlik bu :)

Peki biz nerede kaldık? Tabi ki şehrin simgelerinden biri olan tarihi Hotel Moskva'da. Bence tatilimizin en güzel yanlarından biri burada kalmamızdı. Zaten konaklama çok uygun normalde ve biz en pahalı otel olarak bilinen Moskva' da kahvaltı dahil (ki çok zengin bir kahvaltısı vardı) 270 TL' ye kaldık. Otel Terazije Meydanı' nda bulunuyor ve dış cephesi seramikten yapıldığı için adeta parlayarak kendini gösteriyor. 1906 yılında yapılan otelde bugüne kadar onlarca ünlü konuk ağırlanmış ve hepsinin fotoğrafları da içeride sergileniyor. Tabi benim en çok ilgimi çeken Brad Pitt oldu :)


















Seyahat yazısı derken, seyahatname yazdım farkındayım ama yazının şu noktasına kadar bileklerini kesmeden gelmeyi başarabilmiş arkadaşlarım, azıcık daha sabrederseniz son olarak size Belgrad'da ne yer ne içilirden ve yaşamadığımız gece hayatından bahsetmek isterim :)

Yeme içme İstanbul'a göre korkunç ucuz, daha önce dile getirdim sanırım. Çok sayıda Pekara, yani fırın mevcut ve buralardan pizza, sandviç gibi ayak üstü yiyebileceğiniz her şeyi edinebilirsiniz. Biz sabahın köründe şehre vardığımızda otele eşyaları bırakıp hemen kendimizi TOMA isimli Pekara' ya attık. Evet adı TOMA, biliyorum antipatik ama içerideki lezzetler harikaydı.















Akşam yemeğimizi Cumhuriyet Meydanı'ndaki Boutique adlı mekanda yedik. Burası da insanların daha çok içki içip sosyalleşmek için takıldığı lüks sayılabilecek bir mekandı ve biz de çok zengin bir yemek yememize rağmen inanılmaz makul bir fiyatla kalktık. Tabi normalde gelmişken yerel bir şeyler yiyelim derseniz Cevapcici Kebabı sanırım doğru seçim. Ben yemedim ama bizim köfteye benzediğini gördüm. Ayrıca Boran Sırp birası Zaječarsko denedi ama sevmedi.



















Bu arada biz akşam yemeği için nehir kenarında olduğu söylenen Beton Hala denilen yerdeki bir restauranta gitmeyi planlamıştık ama ne yazık ki haritada Beton Hala diye görünen yeri bir türlü bulamayınca meydana geri döndük. Ben dalyan Sırp kızlarına inat topuklu ayakkabı giymeseydim pes etmez bulurduk tabi ama yorulunca ve ıssız sokaklarda kalınca çok üşendim. Siz giderseniz mutlaka bulun ve orada da vakit geçirin.

Şimdi buraya kadar gelmişiz, hazır çocuk da yok, şöyle meşhur Belgrad gece hayatına dalalım da azcık dans filan edelim dedik yemek sonrası ama maalesef yine üşendik. Biz de böyle bir çiftiz işte, bizden geçmiş, hazır çocuk yokken dans filan boşver, gidip deliksiz bir uyku çekelim diye geceyarısı olmadan otelimize geri döndük :) Zaten o kızlar beni pistte ezerdi annem, hiç gerek yok :) Gece gezmesi için en meşhur yerin de yine Beton Hala' daki Magacin olduğunu öğrendik, bilginize.

Belgrad'la ilgili bize çok ilginç gelen bir nokta da hemen hemen herkesin köpeğinin olmasıydı. Her yerde karşımıza sahipli veya sahipsiz bir sürü köpek çıktı ama ortalıkta hiç kedi görmedik mesela. Şansımıza hava inanılmaz güzeldi ve şehrin o kocaman parklarının keyfini çocuklarıyla ve köpekleriyle doyasıya çıkarıyordu insanlar. Ama bir kez daha gitmek istesem kesinlikle baharda giderdim, zira bu parklardaki ağaçların yaprak açtığını düşündükçe aslında nasıl da yemyeşil bir şehir olduğunu anlıyor insan..

Benim bu seyahatle ilgili en sevdiğim nokta uzun bir aradan sonra Boran'la baş başa kalabilmekti. Çocuktan sonra bu çok büyük bir konfor. Ama Belgrad'ın o bayıldığım kocaman parklarında, hele de Pazar günü 20 dereceyi bulan sıcaklıkta herkesin çocuğunu alıp gezdiğini görünce biz de sürekli Arda'yı aradık yanımızda. Milletin çocuğuna bakıp bakıp Arda'yı özledik :) Bir yandan üzüldüm, İstanbul' da böyle parklar yok, çocukla AVM' ye gitmekten başka seçenek bırakmıyorlar diye. Bir yandan vicdan azabı çektim, keşke Arda da olsaydı yanımızda diye. Bir yandan da içten içe çok mutluydum, biraz uzak kalmak çok iyi geldi diye.. Anne olmak tam da bu değil mi zaten :)

Peki Arda'yı bu bırakışım başarılı geçmiş miydi? Evet, Arda babannesiyle çok uslu durmuş, hiç zorluk çıkarmamış, yemeklerini güzelce yemiş, uykusunu uyumuş, doğru düzgün ağlamamış bile.. Ama biraz mahsunmuş, yine de bırakılmış olmanın mahsunluğu varmış üzerinde, kıyamam.. 16 Şubat Pazar akşamı 23.00' de eve dönmüştük bile. Toplamda sadece 40 sa. ayrı kalmak bile yetmişti bize :)

Bir kaç önemli not:
  • Sırbistan vizesiz ama ülkeye girerken pasaport kontrolünde dönüş biletinizi görmek istiyorlar.
  • Havalimanından şehir merkezine fix fiyat ile anlaşırsanız taksiler 15 €' ya götürüyorlar, eğer daha fazla isteyen olursa binmeyin.
  • Para birimi olarak Dinar kullanılıyor ve bizim eski usuldeki gibi bol sıfırlı haneler çıkıyor karşınıza. 1 € yaklaşık 110 Dinara tekabul ediyor, hesaplamaları buna göre yapabilirsiniz.
  • Şehrin hemen hemen her yerinde ücretsiz wi-fi bulmanız mümkün.