22 Haziran 2015 Pazartesi

Como, Lenno, Bellagio...

Bir Pazartesi günü daha bir parçamızı bırakıp geldiğimiz güzel yerleri yad ederek geçiyordu...

30 Mayıs Cumartesi sabahı Princi' de kahvaltı ettikten sonra kiraladığımız arabayı teslim alıp Como' ya doğru yola çıktık. Bu arada arabayı Europcar' dan kiralamıştık ve ben Boran için MX5 istememe rağmen (malum evlilik yıldönümü, bu arabaya sahip olmak büyük bir hayali, vs. vs.), bunu veya benzerini bulamadığımız için Boran İtalyan olsun diyerek Fiat 500 seçmişti. Bize bir anda upgrade verip 500X teslim ettiler, üstelik 0 km.. Evren işte, ne kadar pozitif ve mutlu olursan o kadar açıyor kapılarını :) Çok yol gideceğimiz için önemli bir ayrıntıydı araba ve çok rahat ettik gerçekten.. Ancak şu detayı da vermem lazım, 500 daha iyi olabilirdi zira yollar inanılmaz dar ve virajlı dolayısıyla küçük araba bir avantaj..























Como... Nasıl anlatabilirim bilmiyorum.. Como rotamızı tamamen arkadaşım Duygu' nun seyahat bloğundan aldığımız tavsiyelere uygun şekilde belirledik. O nedenle bence bu yazıyı değil şuraya tıklayıp onun yazdıklarını okumanız lazım :) Ama ben de anlatacağım neler yaptığımızı elbette..

Öncelikle Como şehir merkezinin küçük görünmesine rağmen, sokaklarını gezmeye başlayınca beklediğimizden büyük olduğunu söylemem lazım.. Cumartesi ve hava da güzel olduğu için sanırım ciddi bir kalabalık vardı. Biz ilk olarak tabiki Duomo meydanına gittik. Milano'daki kadar olmasa da buradaki katedral de çok görkemliydi.

Bunun dışında diğer görülebilecek yerlerinden biri şehrin limanının bulunduğu Piazza Cavour. Aslına bakarsanız burası biraz İstanbul Boğazı manzarasını andırıyor ancak çok daha yeşil ve dağlık.



Piazza Cavour'dan sahil boyunca yürürken karşınıza Volta Temple çıkıyor. Pili icat eden Volta Como'lu olduğu için burada da böyle bir detay varmış. Boran'ın ilgisini çekti ama elbette bir Tesla olamaz :) Dışarıdan şöyle bir bakıp müzeyi gezmeden ayrıldık..

San Fedele Meydanı ve bazilikası da görülebilecek bir diğer nokta.

Bunun dışında kıyıdan Como'nun tepelerinden birine çıkıp şehir manzarasını seyredebileceğiniz bir fünikiler var. Ancak biz zaten rotamızı Como çevresindeki diğer yerlere çevireceğimiz için vakit de kaybetmemek adına fünikülere binmedik.

Canımız biraz keyif yapmak isteyince Cioccolati Italiani' yi görüp hemen birer krep söyledik. Ne de olsa sürekli yürüyorduk, alınan kaloriler çok da önemli değildi :)


















Bir sonraki rotamız Lenno idi. Burası Como'dan göl kenarındaki manzaralı güzel yol ile arabayla yaklaşık 40 dk mesafede, şirin mi şirin bir yer. Lenno' ya vardığımızda hava inanılmaz sıcaktı ve göle giren insanları da görünce kendimizi Como'nun serin sularına atmamak için zor tuttuk. Como merkezde su kirli gelmişti gözüme ama Lenno' da çok berraktı, yazın giderseniz yüzmek için güzel bir nokta..

Elbette buradaki asıl güzellik Villa del Balbianello. Villa'nın geçmişi baya uzun ancak en son 1974'te Italyan kaşif Guido Monzio tarafından satın alınmış. Monzio öldüğünde villayı National Trust of Italy' ye bağışlamış ve şimdi müze olarak açık. Ayrıca düğün mekanı olarak da kullanılıyor ki biz gittiğimizde de bir düğün için hazırlıklar vardı. İnanılmaz şık ve nezih görünüyordu her şey.. Bilemiyorum alternatif bir düğün mekanı düşünüyorsanız neden olmasın :)

Villa' ya eğer Lenno limanından göl taksi ile gitmiyorsanız yürüyerek 2 farklı yol kullanmanız gerekiyor. Zaten tabelalar sizi yönlendiriyor, biri 1, diğeri 2.5 km olan bu yürüyüş yollarından yorgunluk durumunuza göre birini seçebilirsiniz. Biz 1 km lik Strada Panoramica yolunu seçtik, inanılmaz güzel manzaralı bu yollardan birini mutlaka yürüyün bence.





















Bu yürüyüşten sonra iyice acıktığımız için çok merak ettiğimiz Pizzeria Balognett' i bulmak üzere Tremezzo denilen köye gittik. Burası da Lenno' ya çok yakın, aslında ara sokakta, bulması biraz zor, enteresan bir yer. Ancak Duygu bloğunda öyle ballandıra ballandıra anlatmıştı ki burayı, gitmemek olmazdı. Gerçekten muhteşem bir yerdi, anlattığı kadar varmış. Pizzası, ev yapımı şarabı, özel sosları, kendi sebze meyvelerini yetiştirdikleri bahçeleri ile beni benden alan bir yer oldu. Eğer yolunuz düşerse mutlaka ama mutlaka uğramalısınız buraya..

























Ve son olarak Bellagio.. Lenno' dan arabalı vapur ile geçebileceğiniz bu muhteşem yeri de mutlaka görmeniz lazım. Masalsı sokaklarında dolanırken George Clooney' i çok aradı gözlerimiz ama bir türlü denk gelemedik :) Onun yerine Boran bize buradan ev bakmaya karar verdi. Şaka bir yana, muhteşem manzarası ve doğasıyla gerçekten yaşanılası bir yer Bellagio.. Şimdilik sadece bir hayal olsa da, belki bir gün lotodan para filan çıkarsa neden olmasın?

15 Haziran 2015 Pazartesi

Milano...

Bu sene leyleği havada gördüğümüz doğrudur.. :) Aslında o iş öyle değil, tamamen kampanyalı, ucuz uçak biletine göre hareket edilmiş durumlar ama sebep ne olursa olsun sonuçtan memnunuz elbet..

Şimdi nereden başlasam nasıl anlatsam bilemiyorum ama daha önce İtalya'da klasik Roma-Floransa-Venedik turuna katılmış ve çok sevmiş biri olarak, acaba bu güzel ülkenin daha ne güzel yerleri vardır diye aklıma soktuğum rotalardandı Milano ve Como.. Daha Sicilya tarafı var, Portofino var, bitmiyor yavrular, bitmeeeezzz. :)

Bahanemiz 5. evlilik yıldönümü olunca bağlayalım 30 Mayıs haftasonunu "long weekend" e dedik ve çıktık yola. Milano denildiğinde aklınıza ne geliyor, tabi ki moda değil mi.. Aynen öyle, şehir moda ve bir de otomotivden besleniyor. Aslında İtalya'nın geneli ve hatta tüm Avrupa düşünüldüğünde oldukça zengin ve gelişmiş.

Bu yıl Expo 2015'in ev sahipliğini yaptığı için şehirde her yerde, her alanda Expo 2015 logosunu, hatta markalarını, yönlendirmelerini görmek mümkündü.

Elbette en ünlü yeri şehrin tam merkezindeki dünyanın en büyük Gotik tarzdaki katedrali Duomo di Milano.. Zaten buraya direkt  Duomo Meydanı deniliyor. Dünyanın en eski alışveriş merkezlerinden Galleria Vittorio Emanuele II ve yine en büyük tiyatro binalarından La Scala da burada bulunuyor. Biz aslında Cuma akşam üzeri şehre vardığımız için otele yerleştikten sonra direkt bu bölgeye geçtik. Böylece meydanı akşam ışıkları altında görmüş olduk ilk. Geçekten çok hareketli, kalabalık ve benim için oldukça çekiciydi.

Bu tatilde çok fazla yer görelim, tarihi binaları gezelim, müzelere bakalım gibi bir durumumuz olmadı açıkçası. Zaman da kısıtlı olunca ve tamamen amaç keyif yapmak üzerine kurulunca tüm tatil yiyip içerek geçti desem yeridir.. O nedenle size Milano'nun az da olsa tarihi özelliklerinden bahsedemeyeceğim, yani yazının bundan sonrasını o beklentide olanlar okumayabilir ama çooookkk güzel yemekler/mekanlar önerebilirim :)

Öncelikle Milano ile ilgili zaten sanırım böyle bir durum var, çünkü Boran sağolsun attığımız her adımı Facebook' da yayınladığı için hemen hemen her post un altında bize bir şeyler öneren yorumlar vardı. Herkese teşekkürler, inanılmaz faydalı oldu tüm yorumlar, tavsiyeler ama zaman kısıtlı olduğu için hepsine yetişemedik ve içimizde kalanlar da olmadı değil.

İlk olarak arkadaşım Başar Spontini' de pizza yemeden dönmeyin dediği için açılışı orada yaptık. Zaten müthiş ünlü bir yermiş, orda burda şubeleri de var ama biz Duomo' dakinde değil, otelimize yakın olanında takıldık. İyi ki de öyle olmuş, çünkü baya lokal bir ortam vardı ve sıra daha azdı. Burada pizzanın çeşidi yok, sadece margarita pizza dediğimiz bol mozarella ve domates soslu olan var, yani adamlar tek çeşit pizza ile bu işi kapıda kuyruk olacak seviyeye getirmişler, anlamak güç :) Oturuyorsun, "1 mi 1,5 mu" diye soruyorlar sadece.. Hamuru oldukça kalın -ki ben sevmem- ama rahatsız etmiyor, inanılmaz lezzzetli.

Sonra Duomo' ya indiğimizde Milano hastası sevgili müdürüm Lisani Bey'in tavsiyesiyle dondurma arayışına geçtik. Burada aslında yine çok ünlü, orda burda şubesi olan Cioccolati Italiani var,  Duomo' da Spontini ile karşılıklı hatta ve aynı şekilde önünde saat kaç olursa olsun bir kuyruk.. Ama biz ilk olarak Grom' u denedik. Espresso'lu yedim ama aklım karpuzluda kaldı mesela, baya baya başarılıydı..

Cuma akşamı Prada' ların, Versace' lerin, Dolce&Gabbana' ların önünden geçerken ağzımın suyunu silerek dolaşmakla geçti Duomo'yu.. :)

Cumartesi sabahı kahvaltı için Corso Como tarafındaki Princi' ye gittik. Yine bir kapıda kuyruk şekli vardı ama inanılmaz güzel bir yerdi, değerdi beklemeye.. Sonra araba kiralayıp gündüz Como ve çevresini gezdik, ki bu ayrı bir yazı konusu, o nedenle direk Cumartesi akşamına atlayarak Milano'ya devam ediyorum :)

















Bizim evlilik yıldönümümüz aslında Cumartesi'ydi ve o akşam için güzel bir yemek yeriz diye zaten planlamıştık. Tercihimiz Lisani Bey ile konuşana kadar başka bir yöndeydi ama sonra yine ondan aldığımız tavsiye ile Al Grissino' ya rezervasyon yaptırdık. Burası merkezden uzak, "Local's pick" olarak geçen, böyle arada derede, etrafında başka bir mekan olmayan enteresan bir yer. Kapısından girince önce mekanın mutfağıyla karşılaşıyorsunuz. Yani aslında baya gözünüzün önünde pişiriyorlar herşeyi gibi bir durum var.. Yemek salonu arkada kalıyor. Açıkçası ilk girişte mutfakla karşılaşınca insan önce bir şok oluyor, biraz salaş ve umutsuz bir mekan bekliyor ama sonra yemek salonuna girince doğru yerde olduğunu anlıyor. Biz tüm sıcak mezelerden denedik. Kalamarı soya fasülyesi ile, karidesi kuşkonmaz ile servis ettiler örneğin. Ayrıca jumbo karides, klasik salata, istiridye de geldi. Hepsi gerçekten birbirinden lezzetliydi diyebilirim. Sonra yine tavsiye üzerine kum midyeli spagetti yedim ben, Boran da acı domates soslu ve karidesli spagetti yedi. Ayrıca 1 şişe şarap içtik, hesap yanlış hatırlamıyorsam 80 EUR civarında geldi ki, gerçekten beklediğimizin altındaydı. Muhteşem ötesiydi, kesinlikle tavsiye ederim.





Pazar günü otelden çıkış yapıp bavulu emanete bıraktıktan sonra kahvaltı için listemizde bulunan De Santis' in yolunu tuttuk. Zaten rotamız Santa Maria delle Grazie tarafınaydı ve yolumuzun üzerinde kahvaltıyı edecektik ama maalesef De Santis kapalıydı. Biz de yol üstünde kruvasan kahve takılıp devam ettik ancak bir anda başka bir öneri mekanı olan Panini Durini' nin önüne gelince dayanamayıp oraya da girdik. İtalyan kahvaltısı değil belki, biraz NY usülü hatta ama gerçekten çok iyi sandviçleri vardı.

Sonra Santa Maria delle Grazie' ye gidip, önceden internetten bilet almadığımız için Da Vinci' nin Last Supper tablosunu maalesef göremeden geri döndük. İnanılmaz bir yoğunluk vardı, görmek istiyorsanız mutlaka önceden bilet almanız gerekiyor.

Duomo' ya geri dönüp Luini' de Panzerotti denemeye karar verdik çünkü yine yeniden 2 ayrı kişiden "mutlaka gidin" denilmişti ancak o da kapalıydı. Yazının tam da burasında şunu söylemem lazım Milano'da çoğu yer Pazar günleri kapalı oluyormuş, aklınızda olsun.

La Rinascente' ye girip biraz alışveriş yapabilir miyiz deneyelim dedik ve muhteşem ayakkabıların olduğu bölümden Boran beni neredeyse bayıltarak uzaklaştırmak zorunda kalıyordu :) Etiketlere bakmanız yetiyor gerçi uzaklaşmak için, zira 2 maaşımı fln yatırmam lazımdı.. Evimize hatıra olsun diye tabak alıp çıkmak üzereyken son dakikada dayanamayıp kendime fitness taytı aldım çünkü Adidas Stella McCartney koleksiyonundandı, İtalya renkleriydi ve Türkiye fiyatından ucuzdu. Yalnız Milano' dan kendime sadece tayt almış olmam sanırım artık gerçekten sporu hayatımda önemli bir noktaya taşımayı başardığımı da kanıtlıyor :) (Biliyorum pilates yazısı sözüm var, gelecek)

Daha sonra buranın terasındaki Il Bar' da Duomo manzarasına karşı oturup birşeyler içtik. Benim için gerçi Milano demek Prosecco demekti, nereye otursam onu içtim zira kendisi neredeyse su ile aynı fiyata filan satılıyor çoğu yerde..
Öğle yemeği için Il Salumaio' ya gidecektik. Burayı da Lisani Bey önermişti. Ayrıca kendisine buranın grocery bölümünden Burrata (Mozzarella ve kremadan yapılan bir peynir) siparişi vermişti bana, yani önemli bir görevim vardı. Ancak korktuğumuz başımıza geldi, yani kapalıydı. Aslında internet sitesinde grocery bölümü açık diyordu ama doğru bilgi değilmiş. Çok üzüldüm açıkçası çünkü mekan da inanılmaz güzeldi, kaçırmış olduk.. Bir de tabi peyniri alacak iyi bir yer bulmam da gerekiyordu.






Önce Duomo tarafına geri dönüp Signorvino' da yemek yedik ve süper şaraplar aldık getirmek için. Elbette Prosecco da aldım, şimdi evde içmeye kıyamıyorum :) Sonra Peck denilen dükkana gittik peynir için ve şunu söylemem lazım ki herşeyi alıp eve getiresim geldi. Ancak sadece Burrata, spagetti ve sos alarak çıktık.



Siparişler de tamamlanınca otele gidip, bavulu alıp havalimanına attık kendimizi. Kısa ama dolu dolu, keyifli bir hafta sonuydu ve ben uçakta dergi karıştırırken başka nerelere gidebiliriz diye düşünüyordum.. Tam bir saçmalık :)

Not: Como yazısı yolda...