1 Temmuz 2014 Salı

New York, part.1

Yani şu yazıyı yazabilmek için bu kadar beklememin tek sebebi fotoğrafsızlık dostlar.. Ve bu kadar beklememe rağmen yine de o fotoğrafları Tonguç çiftinden alabilmiş değilim :) Neyse artık elimdeki mevcut karelerle yazımı süsleyeceğim, çare yok.. Zaten öyle bir zaman geçti ki anılarım taze bile değil, artık neyi nasıl anlatacağım bilmiyorum :)

Şimdi öncelikle bu yazıyı okumaya başlamadan şuraya tıklayın ki, yazıya en çok yakışan fon müziği size eşlik etsin :)

Bir önceki yazımda bahsettiğim gibi 10-17 Mayıs arasında New York' daydık.. Hemen şunu ileteyim uçaktan indiğimde resmen hayal kırıklığı yaşadım. Koskoca JFK Havalimanı böyle bir yer olmamalı yani. Benim tabi hayalimde hep kocaman bir havaalanı, inanılmaz yoğun bir kalabalık, koşuşturan insanlar vs. canlanıyordu ama ne mümkün.. Gerçi tabi böyle hop diye yerin dibine soktum ama sanırım toplamda 8 terminal var ve biz sadece birini gördük :) Yine de bilemiyorum, çok eski ve tatsız geldi bana orası.


Williamsburg'da sokak satıcısından Taco


Biz konaklama tercihimizi ekonomik olsun diye airbnb' den ev kiralamaktan yana kullandık. Böylece alışverişe daha çok paramız kaldı :) Evimiz Brooklyn tarafına yakın, Williamsburg adlı bir semtte, 2 odalı, gayet sıradan bir evdi. Bu muhit bize biraz Galata'yı andırdı, zira alternatif butikler, küçük sevimli cafeler ve çoğunluğunu genç, hipster denilen tarzda gençlerin oluşturduğu popülasyonu ile tam o tarz bir lokasyon. Peki ev mi, otel mi diye soracak olursanız, ben biraz daha fazla para verelim ama otelde kalalım derim tekrar gidecek olsam. Veya evden atacağım eski bir nevresim takımı ve havlu götürürdüm en azından ki zaten giderken bavullar boştu, yapılabilirdi :) Çünkü evet yani temiz bir evdi, zaten kiralamadan önce çok fazla ev inceledik, yorumları okuduk, baya ince eledik sık dokuduk ama işte o bize özgü "Türk gibi temiz" kalıbına uymuyor onların temizlik anlayışı. Evi sadece yatmak ve duş almak için kullandık ama yine de otel gibisi olamaz, nokta.

Manhattan merkeze hep metro ile, L hattını kullanarak ulaştık. Bu hattın durağına evimiz 10 dk lık yürüme mesafesindeydi. Sabah evden çıkıp yürümek problem değildi ama akşam elimizde paketlerle yorgun bir şekilde yürümek hep ızdırap gibi geldi :) Ama L treninin gönlümüzdeki yeri ayrı, hatta dönerken Arda'ya üzerinde L train yazan t-shirt bile aldık :)
 
İlk gün elbette Times Meydanı' na gittik ki NY'a geldiğimizi tam olarak anlayalım. Times'a yürürken Bryant Park' da mola verdik. Şehrin ortasında nefes alacak yerlerin kıymetini sonradan anlamış biri olarak bu parka bayıldım.

Sonra şu meşhuuuur Macy's e girdik ama devasa büyüklük ve m2 başına düşen 3298 insan sayısı beni bunalttı.
Times'da Madame Tussauds Müzesini gezdik. NY'a gitmeden önce bu tarz müzeler, gezilecek yerler için NY Pass tarzında bir şey alabilirsiniz. Bizim görmek istediğimiz yerler sınırlı olduğu için böyle bir şey yapmadık ama biletleri önceden online olarak aldık. Çoğu yer online da %20 indirimli satıyor bileti ve önceden alınca sıra beklemeden ayrı bir line dan giriyorsunuz.




































































Akşam Hard Rock Cafe' de yemek yedik ve anladık ki Amerikalılar klima seviyor arkadaş! Yani resmen ortam buzhane, adamlar artık nasıl alışkınsa gayet yazlık kıyafetlerle takılıyorlar, ki minicik bebekler dahil.. Biz üzerimizde ceketlerle donuyoruz. Elbette bir şeyi daha anladık ki bu milletin obez olması çok normal çünkü insan gibi yemiyorlar.. Önümüze gelen prosiyonların toplamı 10 kişiyi doyuracak nitelikteydi ve tabiki bitiremedik..

























2.günümüze Carniege Deli denilen ünlü bir kahvaltıcıda başladık. Yani bir önceki Hard Rock Cafe olayından ders almamış gibi yine hepimiz birer porsiyon bir şey söyledik ama yok yani, insan porsiyonu değil annem onlar.. Omlet istedim alt tarafı, gelen tabakta kocaman bir omlet, yanında devasa patates kızartması gibi bir şeyle geliyor. Asıl bu adamların ünlü bir sandviçi var, yemedik ama yiyenleri gördük, şöyle söyleyeyim, ekmek arası jambon değil, jambon arası ekmek gibi bir şey, anlamak mümkün değil nasıl yendiğini :) Lezzet olarak gerçekten iyiydi yediğimiz şeyler ama biraz pahalı geldi bize.. Yine de giderseniz deneyin derim ama 2 kişiye bir porsiyon söylerseniz daha iyi olur :)



Kahvaltıdan sonra Central Park'a doğru yürüyüşe geçtik. Yolumuzun üstünde meşhur LOVE Sculpture.. Çok basit bir obje gibi görünse de meşhur olmasına şaşmamalı, bayağı bir tasarım olayı..








 
Günümüzün çoğunu Central Park' a ayırmıştık. İyi ki öyle yapmışız, çünkü hava inanılmaz güzeldi ve parkı bisiklet kiralayıp tamamen olmasa da büyük oranda gezebildik. O gün Japon Günü gibi bir event vardı parkın en büyük alanında. Dolayısıyla ortalığı Japonlar basmış gibiydi. Bir tarafta evlenenler, bir tarafta yarı çıplak yoga yapan zenci abiler, diğer tarafta break dans yapan bir grup, çimenlere yayılmış güneşlenen yüzlerce insan, yürüyenler, koşanlar, bisiklete binenler, faytonla gezenler.. Hani diyorlar ya "American Dream" diye, veya şu da olabilir "Özgürlükler Ülkesi".. Bu kalıplara en çok uyan yer benim için Central Park oldu arkadaşlar.. Olağanüstü bir yer ve şehrin tam merkezinde.. İnanılmazdı..



 




 
 


(Central Park'da evlenen genç bir çift.. Öyle filmlerdeki gibi kısacık sürmüyor nikah, peder o meşhur sözleri söylesin diye yarım saat izledik bu töreni, bayağı bir konuşuyor adam. Kızcağız da yazık tüm bu sürede çocuğun gözlerine bakacam diye boyun fıtığı oldu:))
















Parktan çıktıntan sonra American Museum of National History' i gezdik. Burada da aklınıza
gelebilecek her şeyi görüyorsunuz aslında.. Yani eski çağlardan bu yana yaşayan tüm ırkların insanlarının örneklerinden, bütün çöl, kutup, orman, deniz hayvanlarının örneklerine, kullanılan tüm aletler, hatta çeşitli bitki türleri, bilmem kaç yüzbinmilyon yıl yaşayıp kesilmiş bir ağacın bizim evden büyük, oraya nasıl getirilip yerleştirildiğini asla anlamadığımız gövde parçasına kadar.. Ama elbette en büyüleyicisi devasa boyuttaki Mavi Balina idi. Yani böyle bir şey olamaz, onu görünce insana bir aydınlanma geliyor, "evrende yalnız mıyız" sorusundan başlıyorsun direkt :)



The Blue Whale
              



Kinetik Kum gören masum köylüler
 
 


Müze çıkışı listemizde bulunan Gray's Papaya' da Hot Dog yedik. Açık söyleyeyim, ben böyle lezzetli bir şey çıkacağını hiç düşünmemiştim. Sonuçta bizim sosisli ile karşılaştırınca öyle bambaşka bir şey ki anlatamam.







Daha sonra Colombus Circle' dan geçtik ve yürüyerek  yine ünlü bir yer olduğunu öğrendiğimiz Beard Papas adlı profiterol tarzı bir şey yapan yere gittik. Bizim profiterole göre daha büyük parçalı hamurlardan oluşuyor, ayrıca içine koyulan kremanın çeşidine, üzerine sos veya şekerleme isteyip istemediğinize karar verip buna göre sipariş veriyorsunuz. Gerçekten çok lezzetliydi yediklerimiz ama benim tatlı ile aram çok muhteşem olmadığından bana içine koyulan krema yine fazla geldi :)

Buradan otobüs kullanarak 5. Cadde'nin Central Park'a bağlanan kısmına geri geldik, ve tabi ki en büyük Apple Store olarak bilinen Apple'a girdik. Muhteşem bir yer, hepimiz kendimizi kaybettik, en teknoloji özürlü olan ben bile. Zaten içerisi inanılmaz kalabalıktı, %90 turist popülasyon ama fiyatlar öyle Türkiye'den deli ucuz filan değil, neredeyse aynı.













5. Cadde üzerinde hayallerimin iş yeri :)
Rockerfeller önünde muhteşem Lego mağazası, o akşam açık olmadığı için Boran yıkıldı ama tabiki daha sonra gittik..

Niyetimiz Rockerfeller Center' ın tepesine çıkıp günü tamamlamaktı ama maalesef hava güzel olduğu için inanılmaz sıra vardı. Anladık ki böyle bir şey için en mantıklısı biletleri önceden almak. Başka bir gün için yer ayırtıp, Rockerfeller önünde biraz NYPD ile takıldık :)










Gecenin sonunda Times'da Red Stairs' da oturmuş hamburber yiyip etrafı seyrediyorduk..




















3. gün bizim için tamamen alışverişe ayrılmıştı. Günün planını tabiki gitmeden önce yaptığımız için önce gidip kiraladığımız arabayı teslim aldık, sonra da yollara düşüp Woodbury Common Premium Outlets denen yere gittik. Burası NY'a araba ile yaklaşık 1 saat mesafede, içinde bir sürü markanın mağazasının olduğu bir yer. Zaten giden herkes tarafından da biliniyor. Genel olarak verimli bir gündü ama benim için en güzeli GAP'den Arda için deli divane alışveriş yapabilmek oldu :) Malum GAP burada çok da ucuz bir marka değil ama orada, hele de outlet olunca insan kendini kaybediyor gerçekten. Bu arada orası için şöyle bir şey söylemem lazım, önce gidip Luggage Factory'den kendinize bir bavul alıyorsunuz, veya direkt boş bavulla gidiyorsunuz.. Çünkü orada gelenek bu, insanlar bavulla gezip, aldıklarını öyle taşıyorlar :) Beni en çok şaşırtansa Japonlardı. Şöyle söyleyeyim, burada Araplar alışveriş konusunda ne durumda ise, Japonlar da orada aynı.. Teyzeler kollarına 5'er 10'ar marka çantaları alıp geziyorlar, artık parayı nasıl kazanıp böyle harcıyorlar emin değilim..

Alışveriş sonrası New Jersey'e, green card olayı ile buraya taşınan arkadaşım Merve ve Kerim'in evine gittik. Eve girer girmez de bütün gün koşturarak alışveriş yapmanın verdiği korkunç yorgunlukla kendimizi "Türk misafirperverliği" nin kollarına bıraktık diyebilirim. Zaten Merve kuzum aşırı titiz olduğundan ev pırıl pırıl, mis gibi kokuyor. Bir de üzerine bize peynirli börek yapmış, ocağın üzerinde de tıngırdayan bir çaydanlık :) İşte bu yani, budur bizim olayımız dünyanın neresinde olursak olalım... Bir de Aslım Aktemurum ile facetime yaptık ki orda, tadından yenmez..




Şimdilik burada bırakıyorum, çünkü tüm NY'u tek yazıda yazarsam zaten uzunluk gözünüzü korkutur, okumadan geçersiniz.. Bakın henüz 3 günü anlattım, daha asıl maceralar sonraya :)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder