14 Nisan 2015 Salı

Barcelona Part3 - Arkadaşlar iyidir :)

Berselona'daki 3. günümüz yine Gaudi ile başladı. Otelimize çok yakın olan Passeig de Gracia üzerindeki Casa Batllo ilk durağımızdı. Bu bina 1877'de yapılmış asıl yapının 1904'te bizzat Gaudi ve asistanları tarafından restore edilmiş hali. Sonrasında bir kaç kez daha yenilemeler olmuş. Casa Batllo "Kemikler Evi" anlamına geliyormuş. Gerçekten yine çok ilginç ve güzel bir mimarisi vardı, içerisi de çok güzelmiş ama önünde deli divane kuyruk olduğu için biz içine girmedik. Bu arada yaklaşık 2500 metrekare alanı olan binanın odaları farklı farklı event ler için kiralanıyormuş.













Yine aynı cadde üzerinde bu defa Casa Mila (La Pedrera-"taş ocağı)' ya gittik.  Gaudi bu evi Roser Segimon ve Pere Milà adlarında evli bir çift için yapmış. Daire ve ofislerden oluşan bir rezidans olarak yapılan bina Barselona'daki modernist yapılar için bu şekilde daire daire satılmak için inşa edilen ilk örnekmiş. Dışındaki dalga efekti ile gerçekten etkileyici bir yapı, özellikle de çatısının çok güzel olduğunu duyduk ama yine önünde sıra olduğu için dışardan bakmakla yetindik.






Bir sonraki durak bu caddenin sonundan en tepeye yani Carmel Hill'e tırmanınca varılan nokta, yine Gaudi eseri Park Güell' di. Burayı da Gaudi Güell ailesi için bir soyluluk görstergesi olarak tassarlamış. Görkemli bir girişi olan park, ortasında güzel bir şehir manzarası seyretmek için bırakılan alan ve etrafını saran patika yürüyüş yolları ile gerçekten keşfetmesi keyifli bir yer. Bu arada ortadaki alana girip Gaudi'nin renkli seramik ve camlarla yaptığı kıvrımlı banklara oturmak için yine ayrıca giriş sırası bekleyip para veriyorsunuz. Kişi başı 8 eur, yani çok bir şey değil ama sıra ölümcül, dolayısyla biz yine içeri girmeden etrafını dolaşarak keşfe çıktık. İçerisinde mimar Francesc Berenguer tarafından 1904'te "show house" amaçlı yapılan ama sonra satılığa çıkarılan, kimse almayınca da Gaudi'nin kendisine Guell ailesi tarafından satılan ve sonrasında Gaudi' nin ailesi ile birlikte 1906-1926 yılları arasında yaşadığı "Gaudi House Museum" var.














































Park Güell' den çıktıktan sonra taksiye binip efsane Barça' nın yuvasına, Camp Nou' ya gittik. Aslında elbette asıl isteğimiz Barselona' nın bir maçını izleyebilmekti ancak ne yazık ki tarihlerimize denk gelen bir maç olmadı. Bizim dönüşümüzün ertesi günü Manchester City ile maçı vardı ve biletler 190 EUR civarından satılıyordu :) Evet pahalı ama bir kez için değer bence..

Biz Camp Nou turu için biletleri internetten aldık gitmeden. Kişi başı 20 EUR ile bu turu yapabiliyorsunuz. Yani ben futbola bayılan bir insan değilim ama benim için bile inanılmaz bir deneyimdi. Futbol gerçekten bu millet için kutsal bir spor ama holiganlık/fanatiklik gibi değil. Gerçekten iliklerine işlemiş bir olay, başka bir boyut ve bunu harika pazarlıyorlar. Bu arada elbette olayın %90'ı futbol ama müzede Barcelona' nın diğer takım sporlarına ait kupaları, önemli oyuncuların formaları, ayakkabıları vs. de sergileniyor. Benim için en etkileyici bölüm futbolcuların sahaya çıktıkları koridordan geçerek saha içine ilerlediğimiz andı. Sağ tarafımızda rakip takımın sahaya çıkmadan önce dua ettiği minicik bir şapel de vardı ve herhangi bir maç öncesi oyuncuların orada dua ederken staddan gelen tezahüratları ve hissetikleri o heyecanı, baskıyı düşünmeye çalıştım.

























Tur sonrası birşeyler atıştırıp metroyla Passeig de Gracia' ya geri döndük. Bu noktada Boran'ı otele geri gönderip kendimi alışverişe verdim :) Barselona' ya gitmeden önce Zara'nın İspanya sayfasından Türkiye ile olan fiyatlarını karşılaştırıp, beğendiğim bazı parçaları not almıştım. Aklımın bir köşesinde de mutlaka Zara alışverişi yapmak vardı, çünkü burada da en çok alışveriş yaptığım mağaza orası. Fiyatlar da gerçekten EUR ile olmasına rağmen TL' ye vurunca çok daha uygun. Dolayısıyla yaklaşık 2 saatimi mağazada geçirip, fazlasını almamak için kendimi durdurarak otele geri döndüm :)

Akşam için Barselona' da yaşayan tatlı mı tatlı lise arkadaşım İnci ve eşi Joshua ile sözleşmiştik. Yabancı bir ülkede/şehirde olmayı 2 kat fazla sevmeme neden olan bir şey varsa o da orada bir arkadaşımın yaşaması oluyor. İnci ve Joshua aslında Paris' te yaşıyorlardı ve orada bir turizm ofisleri vardı. Yaklaşık 2 senedir Barselona' dalar, aynı şekilde buraya da bir ofis açmışlar ve o bahaneyle gelip yerleşmişler. Hikayelerini dinleyince insan aslında başka bir yerlere yerleşmek, orada yaşamak hiç de zor değil, bunu çok iyi anlıyor.

İnci ile zaten gittiğimiz günden itibaren haberleşiyorduk. Tesadüfen otelimiz de onların ofisi ile aynı caddede çıkınca buluşmak çok kolay oldu. İyi ki de öyle oldu, o kadar keyifli bir akşam geçirdik ki.. Yürüyerek daha önce gittiğimizde kapalı olan meşhur Cal Pep' e gittik sonunda. Normalde 4 kişi olunca yer bulmak zor oluyormuş ama şansımıza arka tarafındaki küçük salonda bir masa vardı. Tek kelimeyle muhteşem bir yemek yedik. Bu tapas kültürüne bayıldım ben.. Kendi yapımları olan şaraptan içtik ve inanılmaz keyif aldım yediğim, içtiğim her şeyden. Elbette arkadaşlarla olmaktan, sohbet etmekten.. Uzun zaman görüşmeyip, sonra bir araya geldiğinde aynı sıcaklığı ve samimiyeti yakalayabildiğin arkadaşlar var ya hani, işte onlar harika :)
























Cal Pep' den sonra yine marina ya yürüdük, zira Boran buradaki sinemaya bilet almıştı. Boran ve gittiğimiz her ülkede mutlaka sinemaya gidip film izleme takıntısı :) Ancak sinemaya varana kadar bu konu ile baya eğlenip güldük çünkü film muhtemelen İspanyolca dublajlıydı. İtalya' da da böyle olmuştu ve girmemiştik sinemaya ama Boran bileti alırken internet sitesinde buna dair bir açıklama görmediği için direkt orjinal dilinde ve İspanyolca alt yazılıdır diye düşünmüş. Ancak İnci ve Joshua Barselona' da genelde filmlerin dublajlı olduğunu, hatta sırf bu sebeple kendileri bile bazen anlamakta güçlük çektikleri için sinemaya sık gidemediklerini söylediler. Sinemanın kapısına gidene kadar soru işaretiydi her şey ama görevli de dublaj olduğunu söyleyince açıkçası ben çok sevindim. Çünkü sırf Boran' ın hatrına girecektim zaten filme, kırk yılın başı İnci'yi bulmuşum bırakasım yoktu. Boran da bir gireyim, o havayı soluyayım diye ilk 15-20 dk. sını izleyip çıktı. Yine marinada tek açık yer olan El Chipiron' da oturduk, bir şeyler içtik sonra da La Rambla' dan yukarı yürüdük hep birlikte.


Yürüyerek otele kadar gidince aslında bu şehirde neredeyse her yere yürüyerek gidilebileceğini düşündüm, özellikle merkezi dolu dolu olduğu için büyük gibi ama gayet de yürünüyor, mesafeler kısa, yollar çok keyifli.. Bence biz de oraya taşınmalıyız, Boran duy sesimi :))

1 yorum: