20 Ağustos 2014 Çarşamba

New York, part.3

Uzuuuunnn bir aradan sonra kaldığım yerden devam etmeye çalışacağım :)

Bu arada serinin ilk 2 yazısını güncelledim, bakmak isteyenleri şöyle alabiliriz:
part.1 & part.2

5.gün Williamsburg'da Bedford Avenue (evden L Train'e gidiş yolumuz) üzerinde bulunan Fabiane's da kahvaltı ile başladı. Ama oradan direkt meşhur bir pancake yemeye gideceğimiz için az yedik ve tadı resmen hala damağımda. Domatesli ve fesleğenli sahanda yumurta yedim, muhteşemdi gerçekten..

Sonra o gün planladığımız rotamıza başlamak için Lover East Side' a geçtik ve yine meşhur olduğunu öğrendiğimiz Clinton St. Baking Company' de tam anlamıyla muhteşem bir pancake yedik. Şöyle söyleyeyim, hafta içi ve öğle vakti olmasına rağmen içerde yer yoktu, dışarda deli gibi sıra vardı ve zaten tok olduğumuz için sırf tatmak adına aldığımız tek porsiyonu dışarda bir banka oturup yiyebildik. Şiddetle tavsiye ederim..

Bu arada şu an fark ettim de ne yemişiz ya, sanırsın gastronomi turu yaptık. Ama bu güzel ve ünlü yerleri araştırıp listemize ekleyen Duygucum asıl övgüyü hak ediyor bence, bana kalsa asla böyle araştırmalara girmem, sonra da hiç özel bir şey yapmadan dönerim gittiğim yerden :)
























Buradan neredeyse tamamını Çinlilerin oluşturduğu yolcularla dolu bir otobüse binip China Town'a gittik. Ben hiç sevmedim, üzgünüm ama sokaklar pis kokuyordu, ne yedikleri belli değil zaten, abuk sabuk şeyler satan marketlerin, dükkanların önünden içim kalkarak yürüdüm. China Town sonrası Little Italy' ye yürüdük -ki zaten birbirinin devamı gibi-. Oradan da çok hoşlandığımı söyleyemeyeceğim ama en azından koku yoktu :) Yürüyerek Soho'ya kadar geçtik. Soho bildiğin bizim Nişantaşı.. Nispeten pahalı butikler ve restaurantlarla Nispetiye veya Abdi İpekçi Caddesi'nden pek bir farkı yok :) Açıkçası China Town ve Little Italy sonrası bize cennet gibi geldi Soho.. Chipotle' de yemek yedik ve tam burada aslında yetkililere seslenmek istiyorum, Chipotle İstanbul'a açılsın! Bir franchise lütfen ama aynı lezzeti koruyalım ve astronomik fiyatlardan da kaçınalım :)

Soho'da bir çok mağazada kendimizi kaybedebilirdik ama bütçemiz elvermedi :) Ama Adidas' ta Duygu'nun personel indirimi geçerli olunca, -ki zaten orada Adidas buraya göre uygun- kendimizi gerçekten kaybetmiş olabiliriz, emin değilim :)

Bir sonraki durağımız Union Square oldu. Bu noktada Boran bizden ayrılıp internetten bulduğu bir oyuncakçının peşine düştü. Benim sevgilim de böyle işte, aslında çoğu erkek gibi büyümeyen bir çocuk :) Yine de bu azmine şapka çıkarıyorum ve saygı duyuyorum çünkü sevdiği şeylerin peşinden koşuyor. Yine bazı japon çizgi film figürlerinin vs. peşindeydi ve gidip buldu. Boran'ı geride bırakınca Cem'i de parka oturtup Duygu ile Nordstorm Rack' e girdik. Ve işte yine o an, ayakkabı kutuları ve çanta reyonu arasında kaybolmanın verdiği çaresizlik.. Daha önce Century21' den alınanlar olmasa şunları da alırdım, ihtiyacım yok ama çok ucuzmuş düşünceleri ve saçmalık :) (Aklım hala hakkımı tükettiğim için alamadığım Tory Burch ayakkabıda olabilir:))

6.gün için kahvaltı mekanımız Pershing Square oldu. Ancak güne geç başladığımız için kahvaltı menüsünü kaçırmıştık. Adamların breakfast, lunch, dinner ve brunch olmak üzere 4 ayrı menüsü var ve gittiğiniz saate göre menü geliyor. Gün boyu breakfast seçeneği mevcut ama sadece pancake var :) Ben tercihimi ondan yana kullandım, gerçi bir önceki gün yediğimiz Clinton St. Baking pancake iyle asla yarışamazdı ama olsun. Duygu etli bir sandviç yedi, tadı muhteşemdi, tavsiye edilir :)



Bir sonraki durak Grand Central Terminal' di. Buranın muhteşem yapısını görünce kaybettiğimiz Haydarpaşa Garı' na bin kez daha üzülüyor insan..




JFK' de göremediğim o koşturan NewYorker tipleri burada gördüm :)











Ve başka bir muhteşemlik, başka bir dünya, içinde kaybolup gitmek istediğiniz apayrı bir ortam;
NY Puplic Library..

Duygu gibi sıkı bir Sex & The City hayranızsanız, Carrie'nin düğün öncesi Mr. Big tarafından terk edildiği bu mekanın yeri sizin gönlünüzde de ayrıdır sanırım :)







 

En güzeli de bu kadar çok insanı, bizim gibi gezen turistlerin gürültüsüne rağmen (bir kısmı geziye açık, tamamen kapalı olan alanlar da var insanların pür dikkat çalıştığı) okurken görmek. Gılgamış Destanı' nı okuyan bir amca gördüm, büyüleyici bir sahneydi :) 

Buradan Chelsea tarafına geçtik ve ünlü Bleecker Street' de yürüdük. Tabi ki Magnolia Bakery' nin meşhur cupcakelerinden aldık ama ben full olduğum için oturduğumuz parktaki kuşlarla paylaştım çoğunu. Bu cupcake mevzusu zaten hiç bana göre değil, bildiğin kekin üzerine deli gibi krema koyuyorlar, oldu sana cupcake :) Ben aşırı tatlı şeyleri sevmediğim için sanırım, bana çok fazla geldi ama evet lezzetliydi.. Ama asıl bizim Cookshop' ta da "Magnolia Puding" olarak yapılan muzlu pudingi var çok ünlü, bence ondan yemek lazım..
 





















Elbette buraya gitmemizin sebeplerinden biri de Carrie Bradshaw' un evini ziyaret edip, merhumun anısına bir iki dua okumaktı.. Duygu'nun Sex & The City hayranı olduğunu söylemiştim değil mi :)
İşte o evin kapısı.. Bunlar da bizim Carrie ve Mr.Big :)










Ama ben bu kırmızı kapıyı daha çok sevdim, burası benim evim olabilir, evet :)



Daha sonra sokak sokak yürüyüp bu bölgeye hayran kalarak ve ilerde mutlaka buraya taşınmamız gerektiğine karar vererek Meatpacking District denilen bölgeye geldik. Burada karşımıza adını sonradan öğrendiğim muhteşem park Highline çıktı. Eski tren yolunu parka çevirip böyle bir güzellik yaratmışlar, ne denilebilir ki.. Daha fazla vaktimiz olsaydı boydan boya yürümek isterdim aslında.
 

Hepimizin tüm seyahat boyunca en çok beğenip takılmak istediği yer sanırım bu bölge oldu. Çünkü hem turistik -ama bir Times kadar asla değil- hem lokal, popülasyon daha genç.. Gerçekten çok keyifli ve keşfedilesi bir yerdi. Özellikle en son Chelsea Market denilen pasaj tarzı yere girdiğimizde tok olduğumuz için şanssızdık çünkü çok şirin cafeler ve restoranlar vardı. Daha fazla vakit geçirilmeliydi kesinlikle..
 























Sonra Madison Square tarafına geçip burada bir alışveriş molası verdik, beyler B&H' te teknoloji içinde kaybolurken biz Victoria's Secret'a girdik. Aslında VS için büyük hayallerim vardı çünkü zaten arada online mağazasına girip iç geçiriyordum. Akasya'da açıldığında gittiğim zaman yaşadığım hayal kırıklığından bir farkı yoktu mağazaya girdiğimde yaşadığımın. Zira online da gördüğüm hiçbir şey yok, olanlar da zaten bende bir VS meleği vücudu olmadığı için hiç öyle fotoğraflardaki gibi durmuyor :) Elimiz nerdeyse boş çıktık oradan, daha da gelmem dedim küstüm zaten :)

Akşam için planımız bir Broadway müzaikaline girmekti -ki zaten sabah evden çıkmadan Wicked için bilet almıştık. Tek kelime ile olağanüstüydü.. NY'a gidince yapılmadan dönülmemesi gereken bir şey gerçekten. Yerimiz arkalarda olmasına rağmen çok eğlendik, çok beğendik, büyülendik resmen..
Gecenin sonunda da nur topu gibi bir anımız daha oldu. Eve dönmek için metroya bindik, arada bir aktarma yapıp canımız ciğerimiz L Train' e geçmemiz gerekiyordu ama her zamanki gibi Boran ve Duygu inilecek durakla ilgili farklı fikir beyan ettiler. Artık 6. gün, kaç kere bindik metroya bilmiyorum ama hep aynı muhabbet, mutlaka farklı fikirler :) Cem ve ben de karışmayıp sadece talimatlara göre hareket ettiğimiz için, o akşam biz son dakikada "evet bu durak" diyerek indik ama Cem geride kaldı, bir anda metro hareket etti ve kapı Cem'in yüzüne kapandı. Duygu "kocam kaldı" diyebildi sadece elini uzatıp, film sahnesi gibi :) Sonra ne yapacağımızı bilemedik, çünkü aynı zamanda telefonunun şarjı da bitikti. Aktarma yapacağımız yerde bekledik, en fazla gider, geri gelir dedik ama olmadı, 3. tren de geçince eve gidip orada beklemeye karar verdik. Sonra evin önünde sokakta merdivenlere oturup Cem'i beklemeye başladık. Sanırım bir 10-15 dk sonra geldi ama o ana kadarki özellikle Duygu'nun paniğini anlatamam. Sonra da merdivende oturup içkilerimizi içerek bunun üzerine baya geyik çevirdik, bu da biraz HIMYM sahnesi gibiydi :)
 
 
Sevgiler..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder