21 Kasım 2014 Cuma

Brussels, Belgium

Belçika'da 2. durağımız tabi ki Brüksel oldu. Yalnız sanırım araba ile gittiğimiz için ilk olarak şehrin merkezini bulamadık ve bir süre dolandık. Antwerp' den sonra Brüksel bize baya bir büyük geldi. Sonra uzaktan bir tepede katedral gibi bir yapı gördük ve yönümüzü oraya çevirip "kesin burası meşhur bir yerdir, ordan başlayarak diğer yerleri de buluruz" dedik :) Gerçekten de yanına varınca öğrendik ki burası Basilique Nationale du Sacré-Cœur' (Basilica of the Sacred Heart) miş. Buradan da anlaşılacağı üzere Antwerp' de Flemenkçe olan dil, Brüksel'e gelince bir anda Fransızca oluyor. Basilica' nın önünde çok büyük bir park alanı var, burası da Elisabeth Park. Ayrıca bu alan şehrin bir tepesi, yani Basilica'yı arkanıza alıp parka doğru şöyle bir bakınca güzel bir şehir manzarası da sizi bekliyor.




































Buradan Grand Place' e yani şehir meydanına geçtik. Bu sırada Avrupa Birliği Komisyonu binasının önünden geçtik ve hatırladık ki Avrupa Birliği' nin resmi başkentindeyiz aslında :) Bu binanın olduğu alan da farklı bir meydan gibi, arabadan fotoğrafını çekemedim ama şöyle anlatabilirim, eski şehir meydanına karşı adeta bir Wall Street havası, yüksek ve modern mimari binaları, gri tonlar, sanki biraz plaza hayatı :)

Arabayı park edip meydanı bulmak üzere yürüyüşe çıktığımızda harika bir çizgi roman dükkanı keşfediyoruz ve öğreniyoruz ki bu dükkanlardan burada çok var çünkü Belçika, çizgi romanlar ve filmler konusunda önemli bir merkezmiş. Mesela ben bu gezide öğrendim, çizgi roman kahramanı Tenten Belçika nüfusuna bizzat kayıtlıymış. Zaten yaratıcısı Hergé' de Belçikalıymış.. Bizim bulduğumuz graphic novel store' un adı Brüsel' di. Herkesin ilgisini çekebilecek bu harika mağazadan Boran'ı çıkarmak tahmin edersiniz ki zor oldu. Ancak yayınlar Fransızca ve biraz da pahalı olunca garibimin hevesi kursağında kaldı.

Meydanda Brussels Town Hall, Museum of the City ve Guildhalls (lonca binaları) var. (Aynı tarz binalar Antwerp' de Grote Markt' da da vardı. Bunlar çeşitli meslek gruplarına ait loncalar tarafından yapılan ve UNESCO kültür mirasına ait binalarmış.) Biz meydana vardığımızda hava kararmış olduğu için gece ışıkları ile meydanı görebildik ama bu da gerçekten görülmeye değer bir manzaraydı.

Şehir meydanına yakın olduğunu bildiğimiz Brüksel'in simgelerinden Manneken Pis'i (işeyen çocuk heykeli) aramaya koyulduk sonra. Aslında anlamsız ve saçmasapan bir heykel olduğunu duymuştuk ama insan görmedim demeyeyim diyor işte :) Gerçekten çok anlamsız, meydandan aşağı doğru yürürken sokakların birinin bir köşesinde birikmiş kalabalığı görünce heykeli bulduğunuzu anlıyorsunuz, zaten normalde görmeniz çok zor çünkü topu topu 61 cm lik bir heykelcik :) Efsaneye göre heykelinin dikilme sebebi zamanında bir savaşta Brüksel'i havaya uçuracak bombaların fitilinin ateşini işeyerek söndürmüş olması :)) Eloğlu nelerin heykelini yapıp nasıl pazarlıyor görüyorsunuz işte..




Heykelin bulunduğu civarda, yani meydanın etrafında desek daha doğru olur, bir çok çikolata, waffle ve patates kızartması dükkanı mevcut. Burada dolaşırken karnınızın acıkmaması, harika kokuların sizi cezbetmemesi imkansız. Biz de elbette çikolata alışverişi yapıp waffle dan da denedik. Bizdeki waffle dan farklı bir tat.. Zaten çok sevdiğim bir tatlı olduğu için, ben her türlüsü bayılarak yerim :) Çikolata içinse makbul olan hazır ürünler yerine günlük el yapımı olanlardan almakmış, aklınızda olsun..

Brüksel' de bir diğer ünlü şey de elbette bira. Ne güzel bir hayat değil mi, waffle, çikolata, bira, patates, çizgi roman derken laylaylom.. :))Bira konusunda adamlar ayrı bir boyuttalar, bunu fark etmemek imkansız. Zaten toplamda kaç çeşit biraya sahipler bilmiyorum ama her birayı kendine özel bardağıyla servis ediyorlar. Biraları tatmak için en çok tavsiye edilen bar da Delirium adlı mekan. Ancak biz Grand Place üzerinde bir yerde otrmak istediğimiz için Tongerlo' yu tercih ettik. Meydanda bulunan açık havadaki masalardan birinde oturup etrafı seyretmek çok keyifliydi. Şansımıza bizimle ilgilenen garson Türkçe bilen biri de çıkınca onun tavsiyesiyle patatesle birlikte Boran şeftalili bira ben de white beer denedim, ikimiz de gayet beğendik lezzetleri.
 
Elbette daha gezecek bir çok yer vardı. Yanına gidemesek de uzaktan tepesini gördüğümüz Atomium gibi mesela. Çok bir numarası yok gibi görünse de 1958 yılında inşa edildiğini düşününce zamanının ötesinde bir yapı olduğunu anlıyorsunuz aslında. Bu kulenin yanında da Mini Europe isimli Avrupa'daki önemli yapıların minyatür eserlerinin bulunduğu bir yer varmış. Bizim Miniatürk gibi yani.. Tüm bunların yanında Royal Palace, Cathedral of St. Michael and St. Gudula ve Parc du Cinquantenaire de mutlaka gezilmesi, görülmesi gereken yerler. Bizim de tekrar gidebilmek için bahanelerimiz olabilir :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder